27 Ağustos 2012 Pazartesi

27 ağustos 2012

1 aylık deniz molasından sonra Ihlamurlar Altında Sitesi sahilindeydik dün. Hazırlandıktan sonra yola koyulacağımız an fark ettik ki her iki fotoğraf makinesinin de şarjları bomboş... N'apalım, bugün de böyle olsun dedik... Ocaktaki etli dolma süresini tamamladığı anda altını kapatıp kuzeni Yeniköy'e ulaştırmamız gerekiyordu zaten... Dahasını artık hiç düşünmedik.

Dalından incir yeme güzelliği vardı yine dün. İki gün sonra marmara ve kuzey karadeniz'den başlayacak hava soğuma durumundan haberdar olduğumuz halde, deniz kenarındaki yakıcı, kavurucu sıcaktan bunaldık ve şikayet ettik. Sonra kuzeni almaya Yeniköy'e gittik yine.  Sonrasında "home cinema" keyfi ve iskele yürüyüşü ile akşam tamamlandı.

Geçen yıl olduğu gibi düğün, sünnet, kına gibi törenler bayram sonrasına yığıldı... Geçtiğimiz haftayı başımı hiç kaldırmadan geçirdim diyebilirim. 

Pinterest tutkum hala tam gaz devam... Fırsat buldukça eşeleyip eşeleyip sevdiğim şeyleri panolarıma iliştiriveriyorum. Müthiş ilhamlar da alıyorum... Yabancı hatunlar bi şeyleri / bi yerleri süsleme, dekore etme konusunda ne çok ilerideler.  Ne çok şimşek çakıyorlar beynimde... Kafamdaki her bir tasarımı hayata geçirmek için çok boş saate ihtiyacım var. Şu düğün-dernek sezonu bitsin bi...

Herkese güzel bir hafta dileğimle... sevgiler!


24 Ağustos 2012 Cuma

22 Ağustos 2012 Çarşamba

bayram da bitti...

Üç gün üstüste tatil ne iyi geldi. Bitmeliydi. Bitti.
Bugün iş başı... Son günün fotoğrafları ile bu postu yazıp birazdan işe güce gömülmeli...

Bu arada şu büryan mevzusuna dair gelişmeyi de not düşmeli. :)

Kişi hatasını fark edip telafi yoluna gitmek istiyorsa yapacak iki şey var; ya ona bu fırsatı verip düzeltme yolundaki çabasına eşlik edeceksin, ya da kırgınlığını, küskünlüğünü merkeze alıp o fırsatı değerlendirmesine izin vermeyeceksin.

Dün için -bir önceki posta konu olan- büryan davetli evden "yalnızca kocacıkla ikimize özel" olduğu belirtilen ikinci bir büryan daveti daha aldık. Israrlı bir üslupla. Kişinin hatasını fark edip düzeltme yoluna gitmesi de bir erdem, diyerek "olur" dedik. Yalnızca ikimize özel,  küçük bir tepside, ilk çatalı bizim vuracağımız lezzetli bir büryan karşıladı bizi...  Beraberindeki ikramlarla, -tarihi geri sayarak- sanki hiç bir şey olmamış gibi yedik yemeğimizi. Bu düzeltme girişimindeki etken kişinin içinden gelen bir şey miydi, blogumdaki serzenişimin kızı ya da oğlu tarafından okunup kulağına fısıldanmasından mı kaynaklıydı, bilemiyorum.
Sebep her ne ise, bu büryan mevzusu da onarılmış olarak orada bitti. :)

Ardından ver elini Yeniköy.
Yeniköy daha önce başka postlara da konu olan, eşimin akrabalarının yaşadığı büyük Pomak köyü. Bu köyde  evine bayramlaşmak için gittiğimiz herkes her daim misafirperver ve içten. Her biri bir romanın ilginç karakterlerinden bir olabilecek, kırık Türkçe ile dertlerini anlatmaya çalışan, zorlandığında Pomakçadan yardım alan ama onu da ben gibi yabancıların anlaması için hanedeki diğer Türkçe bilenlerin tercümesine bırakmaya gayret eden bu kadınlarla sohbeti, bir arada olmayı seviyorum ben. Eşimin iki halası var ki, özellikle onların konuşurken jest ve mimiklerine bayılmamak mümkün değil. :)

Dün akraba ziyaretlerinden sonra soluğu köyün aşağısında, Büyük Bahçeler'deki Saroz kıyısında aldık. Bu kez  eşimin kuzeni ve kızı da bizimle birlikteydi. Taktık sepetlerimizi kolumuza kuzen rehberliğinde bu güzel ortamın tadını çıkardık. Çünkü çocukluğunu geçirdiği bu alanda en iyi incir, badem, armut, böğürtlen vesaire nerede var o biliyordu. İyi bir yol göstericiydi anlayacağınız... Hep birlikte bol kahkahalı, çok keyifli bir akşam geçirdik. Güneşi de batırıp öyle kaçabildik ancak.

Bu kez fotoğraf çekecek başka birileri olunca kadraja kocacıkla birlikte girme şansımız da oldu.

Kırlarda olmayı çoooook seviyorum! :)

Meyveyi dalından yemeyi de...

Uçsuz bucaksız yeşili doya doya seyretmeyi de...

Ve hatta hayali de olsa küçük bir "farm girl" olmayı da... :)
Biliyorum bana bu yaştan sonra olsa olsa "farm woman" olmak yakışır ama oradaki "girl" sözcüğü kız anlamını taşımıyor benim için... o içimdeki küçük çocuk aslında... :)

Bakın burada ne buldum!

Yılbaşı ve sonbahar dekorasyonlarım için palamut... yuppiiii!... Bu tombul palamutlardan buralara en yakın Assos'ta görmüştüm... Burnumuzun dibinde de varmış oysa!

Bu sepet hemencecik  10 dakikada doluverdi.

En sevdiğim "kır yolunda sepetiyle yürüyen kadın" pozlarımdan biri daha blogumda eksik olmasın, bu postta da bulunsun. :)

Güneşi birlikte batırdığımız şu romantik pozumuzla da bu postu bitirelim... malum kır gezilerimizde kocacıkla aynı kadraja girmek pek mümkün olmuyor.
Siz bize bakmayın... Arkadaki kültür balıkları için kurulmuş balık çiftliğine ve gerisindeki batan güneşe odaklanın. Nasıl güzel manzara ama!

Herkese sevgiler!
Blog takipçilerim sevgili kuzen ve tatlı kızına da bu güzel günde bizimle birlikte oldukları için çok çok teşekkürler!

20 Ağustos 2012 Pazartesi

bayramda tekirdağ - ağustos 2012

"Sevgili Blog" diyerek başlamak geliyor içimden bugün... Eskiden de gelirdi. Lakin bu teşebbüsü düşünceden öteye taşımamışım hiç. Aslında bu blogun amacı yaşamıma dair bi tür kayıt tutmak... Günlük ve almanak özelliklerini barındırmasına dikkat etmem de bu amacın anlatım biçimlerinden biri... Bunu hem geçmişe dönük okumalarımda seviyorum, hem de geçip giden zamanın kimi parçalarını -özellikle fotoğraflarla- burada sabitlemekten keyif alıyorum. İşin asıl meselesi sevmek ve keyif almak üzerine inşa edilince de oturup buraya olumsuz şeyleri de not düşmek anlamsız kalıyor çoğu zaman. Ki zaten olumsuz şeyleri bertaraf edip iyiye ve güzele yüzümü dönmeyi düstur edinmiş biri olarak bu detayı ötelemek de kaçınılmaz bir şey. Bazen genel hatları ile içimi döktüğüm zamanlar olmuyor değil. Olaysız, kişisiz, öyküleştirmeden genel bir iç döküş onlar da yalnızca... Sonuçta yaşamsal gerçeklerin bir kısmı acı - kötü... hepsine sırtını dönüp hiç olmamış gibi bir tavır sergilemek en azından patlaksız uygulayabileceğim kadar mümkünatı olan şeyler değil... Patlamak da insani... Zaman zaman dökülüp saçılmak da...

Yine de diyorum ya, burada hoş ve güzel anılar biriktirmeyi seviyorum... hoş ve güzel fotoğrafları... dakikaları...
Benim günlüğümün asıl meselesi bu...
Ama bazı şeyler var ki yazmak kendiliğinden geliyor. O zaman da klavyenin tuşlarına olabildiğince hafif tıklamaya gayret ediyorum... Mümkün olduğunca yapabiliyorum da sanırım... yani bana öyle geliyor...  :)

Dün kayda değer önemli bir detay olmadı desem yeridir. Zoraki ve bile-isteye bayramlaşmalar rutini ile bayrama özel ama pek sıradan bir gündü dün. Büryan yemeğe çağrılıp da, etleri afiyetle lüpletilip kalan tiftiklenmiş bir parça et ve bolca pilav ile üstünde onlarca tavuk eşelenmiş havasındaki tepsinin yarattığı şoku buralara kayıt düşsem mi acaba? Hali vakti yerinde edaları ile burunları havada, kimseleri beğenmez bu kimselerin çağırdıkları misafirin önüne -görgüsüzce- artık tepsiyi çıkarmalarını hangi insani duruma sığdırmalı da hoşgörü mekanizma mı devreye sokmalıyım? Tamam tek tepsiye onlarca çatal kaşığın daldığı kültürünüzü aşıp kişiye özel tabak formuna geçememiş olabilirsiniz..... ama önceki misafirlerden arta kalan şeyleri tepsinin bir tarafına tekrar yığıp gelen konuklara ikram etmek de ne ola ki?
Olsa olsa görgüsüzlüğün daniskasının kat kat kat kat katları...

Kocacıkla aynı anda nasıl söylediysek... "Biz yedik de geldik!"
Ha ha ha ha....
Eve gelir gelmez ilk işim büryan yapmak oldu... Her bayram yapıyordum aslında... Bu bayram böyle özel çağrılınca... ne bileyim işte...

Aslında aynı tepsiden yemeyeni tefe koyup öttürdükleri için yemeği de göze almıştım... Kimselerin değmediği bir kenardan iki-üç çatal alır, yiyebildiğim kadar yerim demiştim... Ama bu kadarı aklıma gelmemişti... Ben bunları çağırdım, tepsiden biraz başka bir kaba bölüp ayırayım gelince yesinler, demek de zatların aklına mı gelmedi acaba? Hayret ! Analı kızlı ve hatta oğullu nasıl da bilirkişidirler, nasıl da yargılayıcıdırlar her konuda... Nasıl da gelememiş akıllarına!!!!!!

Günlüğüm bugün itibariyle olaylı, kişili ve öyküleştirilmiş bir ilk posta kavuşmuş oldu sayelerinde... Bu da buraya kapak olsun! Bana ve kızıma da önemli bir kayıt olsun... Ben ileriki zamanlarda dönüp baktıkça hatırlayıp güleyim... Kızım da o ev(ler)e gidecek olduğunda başına gelebilecekler konusunda şimdiden ciddi bir ders alsın. Karnını bi güzel doyurup öyle gitsin. :)

Ve geçelim bugünün keyifli anlarına...

Sevgili blog, 14 ay aradan sonra bugün yine Tekirdağ'daydık biz. Bu sabah kına malzemesi ve nikah şekeri teslimatım, bu akşam ve yarın akşam da havai fişek organizasyonlarımız olmasa idi üç günlük tatilimiz için olabildiğince uzaklara ve hatta adını da koyup doğru Cunda'ya gitmeyi planlamıştık. Ama olmadı. Biz de günübirlik olarak gidebileceğimiz en uzak yere gitmeyi kararlaştırdık. Karardan Tekirdağ çıktı. Gelibolu'dan önce yaşadığımız yer ve bi dolu anı barındıran eski yuvamız olması sebebiyle de pek bi özlemiştik... İyi oldu.

Dünün rutininden ve de hüsranından sonra bugün yaşadığım her dakika nasıl huzur verici nasıl keyifliydi, sen tahmin edebilirsin artık...
Her daim tıklım tıkış olan Kumbağ askeri kampı salt bir kaç kişiye tahsis edilmiş gibiydi bugün nasılsa... Tekirdağ'a girer girmez ilk oraya gitmiş olmakla yolculuğun yorgunluğunu kat be kat attığımızı söylemeliyim... Denize girmesek de denize nazır her ortam bize büyük huzur ve büyük keyif verdi.
İşte fotoğraflar...






Kumbağ dinlencesinden sonra istikamet şehrin diğer ucundaki bir zamanların Maxi'si şimdilerin YSK Center'ı oldu. Her gidişimizde yeniliklerle karşılayan alışveriş merkezi bu kez en üst katını sinemalara ayırmış, giriş katını ise üç emli migrosa terketmişti. Bu değişiklikle zemin katta beni büyüleyici şeyler karşılayacak diye umsam da vasat reyonlar bulduğumu itiraf etmeliyim. Zamanımız olsaydı film izlemek isterdik oysa. Yine de panolardan beğendiğim filmlerin şimdilerde vizyona girmemiş olmalarına sevinmedim değil. Teselli oldu bi bakıma... :)

Sonrasında ise uzun saatlerimizi geçireceğimiz Tekira ve akabinde sahil yürüyüşünde aldık soluğu. 

Çarşı-pazar tatil, dükkanların yüzde doksanı kapalı idi... 
Gezilemedi...
İki gündür hiç tatlı ve şekerleme vesaire yemeyen ben bugün kendimi fıstıklı kornetle ödüllendirdim. 

İpin ucu kaçtı sonra... Bir de bol soslu ve yağlı iskender.... Neyse ki künefe söz konusu olunca ancak devreye girebildi iradem... 
Neyse ki!

18 Ağustos 2012 Cumartesi

mutlu bayramlar!

Şeker tadında bir bayram dileğiyle...
Ramazan bayramımız kutlu olsun!


15 Ağustos 2012 Çarşamba

15 ağustos 2012


Bir İstanbul zorunluluğu daha bitti. Neyse ki olumsuzluklar içinde iyilik ve güzellik aramaya meyilli ruhum bu zorunluluğun içinde minik gezi keyifleri kırpmayı ihmal etmedi. Pabucumun tekini bırakmamakta ısrarlı GATA sıkıntıları dışında, 4 saatimi tek başıma Nautilus'ta geçirdiğim anlar ve kocacıkla altını üstüne getirdiğimiz 7 saate yakın Eminönü çıkartmamız bi daha bi daha yaşamak isteyeceğim kadar keyifliydi.

Ve hatta bomboş üç saatciğimiz daha olsaydı keşke...
Gerçekleştirmeye zaman bulamadığımız boğaz turu hayali, Eylül zorunluluğuna inşallah...

Okunacak yeni kitaplarım var... Yapılacak dolu dolu işlerim... Keyifle kullanacağım yeni ciciler... Hayalimde bekleşen tasarımlar... projeler...
Bir yerlerden başlama zamanı şimdi.

7 Ağustos 2012 Salı

böğürtlenli dip

Dilim ekmeğe bişeyler sürüp yemeyi severim. Özellikle sebzeli / meyveli dipler, pestolar, salsalar ve daha bilumum soslar...

Bu kez 2 su bardağı dolusu böğürtleni blendırdan geçirip bir çorba kaşığı badem unu ve bir kutu labne peynir ile karıştırdım. Tam benlik oldu.

Mutfak tarihinde bir adı var mı bilmiyorum...
"Böğürtlenli dip" dedim ben... Her ne kadar ekmeğimi daldırıp banmasam da.... lakin dileyen daldırıp banabilir.

Not: "dip" daldırmak fiilinin kök hali... İngilizcede "blackberry dipping sauce" diyebiliriz. "dip" de oradan gelip dilimize yerleşmiş...


5 Ağustos 2012 Pazar

5 ağustos 2012

Bu ramazan böyle... günler çok uzun... hava sıcaklığı normalin üstünde... Oruç tutanlar için bu uzun ve sıcak yaz günlerinde deniz kenarları, güneşlenmeler, yüzmeler vesaire; efor sarfetme, enerji ve su kaybı, dolayısıyla çok çok susamalar, acıkmalar demek... Kocacık hiç acıkmaz ama güneş enerjisini aldığı zamanlarda suyu aramıyor değil.

Bu sebeple deniz sefalarımızı ramazan sonrasına erteledik. Günün en sıcak saatlerini evde geçirip güneş ışıkları iyice bi eğik düşmeye başlayınca doğa ananın kucağına attık kendimizi yine.

Böğürtlenler olmaya başlamış. Sepetim ve ben zaten hazır kıta... Dikenler mi?... her zaman ki gibi vız geldiler ... :)



Keşif turları...


İki hafta önce erik topladığımız ağaç hala bıraktığımız kadar yüklü... Bizden başka toplayan olmuyor sanırım... Tatları hala çok ekşi olsa da renkleri daha bir koyulaşmış... Nefis kompostosu için bi kez daha toplamaya değer.


Geçtiğimiz yıllarda burada, dere kenarında piknik yapardık çok.. İş kurduğumdan beri hiç zaman bulamadık. Ulu çınar ağaçlarının gölgesi nasıl serin oysa.
Sessizlik ve huzur... Tam kafa dinlemelik.
Yazın derenin suyu epeyce azalıyor. Taşların üstünden sek sek sekerekten karşı kıyıya varmak mümkün.

Ayçiçekler tahmin ettiğimiz gibi taç yapraklarını dökmüş, baş yapmış. 
Bu halleriyle dahi çok güzeller.

Yol kenarına tutunmuş minişler de şapkamıza konsun! Zira moral ve enerjiye pek bi ihtiyaç olacak ileriki günlerde...

Keyifle geçsin yeni haftamız!


öğreniyorum...

Elişlerinin çoğu ile 40 ımdan sonra tanıştım... Kimileri hobim oldu.... Kimilerini  ise "belki bir gün yaparım" ya da "hiç yapmam" diyerek bi kenara ayırdım. Çarpı işi de bunlardan biri... Çünkü o kadar emek ve zaman harcadığım iş sonuca ulaştığında beni pek de memnun etmiyordu.
Ah, ama öğrendim ki hata en başta ip seçimimde imiş!

Bu konuda hiç deneyimi ve bilgisi olmayan ben, Gelibolu'daki tuhafiyecilerden birine dalmış ve "ben etamin işleyeceğim, hangi iplerden almalıyım" demiştim. Onlar da bana minik yumaklar halindeki üzerinde etamin yazan iplerden vermişlerdi. Ellerinde var olan renklerin tamamını alıp evime gelmiştim... bi heves... :)

Ama işlemelerim yer yer kabarık, pütür pütür oluyordu... içime sinmiyorlardı bi türlü.

O dönem yaptığım işleri her iki blogumda da paylaştım. İplerimi de... Ama ve lakin... bu konuda deneyimli ve bilgili hiç bir arkadaşım çarpı işinin en iyi muline ipliklerle olacağını vesaire yorum olarak düşmedi... Bu hatırlatmayı yapmalılar mıydı? Hiç kimse kimseye bişeyleri öğretmek ve açıklamak zorunda değil.  Yani ben bi uyarı da olmayınca bu detayın farkındalığına varamadım uzun süre... Asıl mesele bu.

Şimdilerde blog camiasında çarpı işi yaygınlaşınca, o deneyimli arkadaşlar arşivlerindeki dergileri, bilgi birikimlerini, iplik, kumaş detaylarını paylaşmaya başladılar. Altta yatan sebeplerden biri farklılıklarına ve bu konunun bilirkişisi olduklarına dair hissettirme çabası olsa da, satır aralarına serpiştirdikleri detaylarla çarpı işindeki eksikliğimin sebeplerini kendikendime keşfetmiş oldum böylece... Bir de amacı salt paylaşmak olan ve bu konuda bildiği ne varsa uzun uzun anlatmaktan kaçınmayan arkadaşlar var. Onlara da bu özverileri ve çabaları için çok teşekkür ediyorum. Bu konuda okuduğum her bir yazı bende yeni farkındalıklar yarattı, ufkumu açtı.
Sayelerinde...bu uğraşıya hevesle dönebilirim artık.
Yeni muline iplikler ve -tabii bulabilirsem- yeni keten kumaşlar alarak... yeni dökümanlar da...
Öğrenmenin yaşı yok!

Bu arada, çerçeveler de buldukça alınmalı... boyanmalı... ve cilalanmalı...
İşlemeye göre çerçeve aramaktansa, çerçeveye göre işlemek en mantıklısı imiş! -Kuş evli çarpı işim için ne çok çerçeve aramıştım!-
Öğreniyorum! :)

Günün kalan yarısı için... herkese mutlu Pazarlar!

4 Ağustos 2012 Cumartesi

şimdi de eşim....

Geçenlerde hala olmuştum... Üçüncü kez... Şimdi de eşim amca oldu... O da üçüncü kez...

Elif Duru bebek... Daha 15 gün kadar zamanı varken, bu sabah acele bir geliş yaptı dünyaya. Hazırlıkları da acele oldu tarafımdan... Bazılarını vitrindekilerden tamamlayabilsem de bebek şekerlerini ona özel yapabildim neyse ki...  Yaptım, hazırladım, paket ettim ve kucaklayıp çok geçmeden bebişi eşimle görmeye yetiştik bile...

Anneli, babalı büyüsün... Sağlıkla, mutlulukla upuzun bir ömür sürsün Elif Duru bebek.... Ailesine, vatanına, milletine hayırlı bir evlat olsun!

Bunlar da acele anlardan pek acele fotoğraflar...