29 Temmuz 2012 Pazar

29 temmuz 2012

Keşan'daydık bugün... Klima uğruna otomobilimiz ve alışveriş mekanları dışında doğaya dair hiç bir yere adım atamadık. Fena sıcaktı...

Kipa'nın bahçesine yakınlarda büyük bir LCW mağazası açıldı. Mağaza beni ve en-boy türevlerimi kapsayan ben gibileri düşünerek çok hoş yazlık elbiseler getirmiş... Bulmuşken bayıldığımı aldım.

Kipa'da Atatürk Orman Çiftliği'nin günlük keçi sütünü buldum bir de... Eve gelip tattım... Tadı nefis... Yağsız ve sağlıklı süt içmek isteyenlere tavsiye ederim. Tam yağlı keçi sütünden imal edilmiş olmasına rağmen light sütler kadar hafif... Çünkü yağ oranı en düşük süt keçi sütü.

Buradaki Kipa, Keşan'dakinden çok çok küçük, süpermarket büyüklüğünde olduğu için aynı şeyleri bulmak mümkün olmuyor çoğu zaman. Daha önce ekmek yapmak için tam buğday ununu, çavdar ununu, kepek ununu bulamamıştım burada... Şimdi Kipa başta olmak üzere diğer marketler de getirmeye başladı... Bi şekilde yayıldı o ürünler... Belki başka talep edenler de oldu... İyi oldu!

Günlük sütte ise şimdilik yalnızca Sütaş'ın günlük sütü var ... Bu sütü de getirmeleri için öneride bulunacağım. Dilerim getirirler...

İşte böyle... alışveriş odaklı, klima tutsaklı bir gündü bugün... Allahtan balkonumuz öğleden itibaren gölge olmaya başlıyor ve akşamları da püfür püfür esiyor da , akşam eve döndüğümüzde bir de odanın klimasına esir kalmadık ve rahat rahat balkon keyfi yapabildik.
İçeriler yanıyor, duvarlar ateş kusuyor resmen... Öyle sıcak... öyle bunaltıcı... ve öyle yapış yapış bir hava... Ümit ederim zirvedir bu... bundan sonra ibre inişe geçer, bi nebze serinleriz...


28 Temmuz 2012 Cumartesi

Derya'dan....

Ben istedim bi tanecik battaniye, o bana yolladı daha neler...

Bu gördüğünüz güzellikler sevgili Derya'dan... Battaniye biricik kızıma... Lavanta kesesini ve beni kalbimden vuran puantiyeli çantayı ise çok severek kullanacağım....

Bir kez de buradan teşekkürler Deryacım... Ellerine, gözlerine ve de yüreğine sağlık.




Herkese mutlu bir haftasonu!....



26 Temmuz 2012 Perşembe

tam buğday unlu, böğürtlenli clafoutis (klafuti)


Fransızlara özgü bu tatlıyı çoktandır denemek istiyordum. Pazardan aldığım tatlı böğürtlenlerle ilk denemeyi yapmaya karar verdim. Fransızlar 19. yüzyılda ilkin Limousine bölgesinde kiraz ve vişne ile yapıyorlarmış, daha sonra değişik meyvelerle denenerek geniş bir klafuti yelpazesi oluşmuş ve zamanla tüm dünyaya yayılmış. Bu tatlının İngilizlerle bi ilgisi yok ama ben şu sınıflandırmayı yaparken meyvelerin İngilizcedeki isimlerinden yararlandım: Fransızlar, İngilizcede berry ve cherry  sınıfına girebilecek vişne, çilek, ahududu gibi meyvelerle yaptıklarına clafoutis; elma, armut gibi  meyvelerle yaptıklarına da  flognarde diyorlar. (Bu arada bilmeyenler için ufak bir dip not: Fransızca sözcüklerin telaffuzunda -genellikle- sondaki  harfler söylenmediği için; clafoutis'i klafuti, flognarde'yi flognard olarak söylemek  gerekiyor.)

Meyve üzerine krep hamuru döküp fırınlamaktan ibaret kolay bir tatlı klafuti. Pay ya da turta gibi şeyler yapmak istediği halde hamuru dinlendirmeye ve dinlendirdikten sonra da açmaya zaman bulamayanlar için oldukça pratik... Ben de sırf bu yüzden denemek istedim...

Beklentimin üstünde bir lezzet oldu. Kısıtlı zamanlarımda iyi bir alternatif olarak "tekrar tekrar yapılacaklar arşivi"me kattım.

Tam Buğday Unlu, Böğürtlenli Clafoutis
Malzemeler:
2 yumurta
1 su bardağı süt
1/2 su bardağı toz şeker (veya 1/2 çay bardağı üzüm pekmezi)
1 tutam tuz
15-20 adet iri tatlı böğürtlen
50 gr. oda ısısında yumuşamış tereyağ (clafıutis için)
25-30 gr. oda ısısında yumuşamış tereyağ (fırın kabını yağlamak için)
aldığı kadar un (krep hamuru kıvamında oluncaya dek)

Yapılışı: Yumurtaları çukur bir kapta iyice çırpın. Toz şeker (veya pekmez) ve tereyağını ekleyerek çırpmaya devam edin. Sütünü ekleyip krep hamuru kıvamına gelinceye dek ununu ve tuzunu da ekledikten sonra iyice karıştırdığınız karışımı, yağlanmış ve unlanmış fırın kabına dökün. Üstüne böğürtlenleri yerleştirin. 180 derecelik fırında üzeri kızarıncaya dek 35-40 dk. kadar pişirin. (Hamurun pişip pişmediğini kürdanla veya bir bıçak yardımı ile test edebilirsiniz.)

Soğuk ya da ılık halde iken servis yapmak mümkün.
Afiyet olsun!

23 Temmuz 2012 Pazartesi

yine kırlarda

Bu halim dışarıdan tuhaf ya da komik görünebilir. Ama ben sepetimi takıp koluma kırlara atınca kendimi, dünyanın en mutlu insanı oluyorum gerçekten... Küçük bir çocuğun eline şeker alması kadar basit bir mutluluk sebebi bu...

Dilediğimiz zaman, dilediğimiz kıyılarda denize girebildiğimiz gibi, dilediğimiz zaman dilediğimiz dağa tepeye, kıra bayıra atabiliyoruz kendimizi...
O halde o küçücük sebep koşullar uygunsa elbette ıskalanmamalı.

Son Pazarlarımız denizde geçince bugün kırlara koşmak geldi içimden... Ayçiçek zamanı şimdi... Hatta başları kurumaya başlamış bile. Haftaya belki de onları bu denli canlı bulmak mümkün olmaz. Erken ekilen bazı tarlalardaki ayçiçekler taç yapraklarını dökmeye başlamış zira.

Çiçekleri canlı bir tarla bulduk kolaycacık. Geriye bol bol poz verip arşive geleceğin anılarını katmak kaldı. Ve tabii andan keyif almak...

İşte bu tarifi imkansız bir keyif.... Onu bir kez daha belirteyim.... Bu noktada her kimle duygularımız kesişiyorsa o anlıyordur beni...  Aksi halde bir çiçeğe sarılmak komik ya da tuhaf görünebilir...

Ve en boduruyla durup iki çift laf etmek de...
Gerçekten merak ettim...
N'olmuş, susuz mu kalmış bu arkideş? :)
Keşke dili olsaydı da o da cevap verebilseydi bana... Çok iyi anlaşırdık eminim... :)

Bir mutluluk sebebi daha...
Papatya mevsimi bitmesine rağmen bir kaç küçük öbek orada öylece kalmış.

Parklardaki çiçeklerin asla koparılmaması düşüncesindeyim. Ancak doğadaki çiçeklerden küçük bir miktar toplamak doğada ciddi bir eksiklik ya da tahribat yaratmaz. Kaldı ki insan ruhunun da beslenmeye ihtiyacı var. Hele ki etrafında çiçek, börtü, böcek görmekten haz duyan biri için bir vazo çiçek en büyük keyiflerden biri kuşkusuz.

Bu kadarcık topladım. Soluncaya dek gün be gün ruhumu şenlendireceği bir gerçek.
Ayçiçek tarlalarına dalıyor olsam da bi tanecik dahi koparmıyorum oralardan... Gidiş ve dönüş yolumuz olan bi dolu aracın vızır vızır geçtiği çevre yolunda asfaltın kenarında nasıl olmuşsa yetişmiş minik ayçiçekler var. Bazen onlardan iki-üç tane kopardığım oluyor. Zaten onlar da yetiştikleri alan itibariyle çok daha fazla büyüyemiyor ve sahipsiz oldukları için yolun tozu, güneşin sıcağı altında bir zaman sonra kuruyup gidiyorlar.

Bir de sahipsiz ağaçlar var... Kah bi çeşme yanında, kah yol kenarında... Toplamaya uygun yabani meyveleri onlardan topluyorum.
İşte bu da öyle bir erik ağacı.

Üzeri tepeleme dolu... Sahipsiz olduğu için aşılanmamış ve çok ekşi... Komposto yapmak düşüncesiyle göz hakkı kadar alıp evime öyle geldim.

Doğal ve sağlıklı bulduğum için kayıtsız kalmam ne mümkün...

Evet... bu kadar yeter!

Herkese güzel bir hafta diliyorum. 

21 Temmuz 2012 Cumartesi

3. kez hala oldum

Blog tarihime en karmaşık duygularla düştüğüm not bu olsa gerek... İkiz kardeşimin 3. bebeği dün sabah itibariyle dünyaya gözlerini açtı ve ben 3. kez hala oldum. Anneciği, babacığı ve iki tatlı ablasıyla, pamuk nine oluncaya dek sağlıkla, mutlulukla yaşasın inşallah!

Adı Gül... Adıyla çok özel bi bebek o. Gülşen ablamın adı artık onda yaşayacak...

Adı Gül ya, bebek şekerlerini hazırlarken elinde bir demet gül tutan bebiş biblosu seçtim ben de... Gözleri kocaman kocaman bakan... Gözlerin iri oluşu bizim ailenin karakteristik özelliği... Sanırım o da diğer yeğenlerim ve ablaları gibi payını almıştır bu özellikten.
Badem şekerleri, pembe bir tüy ve pembe kurdeladan yaptığım fiyonkla hareket kattım bibloya. Tülüne iliştirdiğim minik fiyonk ve nazar boncuğu da ayrı bir hoşluk oldu.
Renkli çıktı üstüne yapışkanlı asetat ile de etiketini tamamladım.
Bu şekerlerin konacağı sepeti pötikareli kumaş ve tül ağırlıklı çalıştım. Diğer aksesuarlarla takım olması için de süslemek için sevimli bir melek figürü seçtim... kurdelalarla hareket kattım.

Aynı konsepti altın yastığına....

Anı defteri ve kalemine...

Ve kapı süsüne uyguladım.... (nasıl olmuşsa tam bir foto çekememişim... bu fotoyu bulabildim ancak)

Lohusa şerbeti tepsisini ise yastık ve sepet kenarlarında kullandığım büzgülü organze dantelle süsleyerek takımdaki uyumu korumaya özen gösterdim. (Tepsinin yapım aşamalarını elişi ve dekor blogumda bulabilirsiniz.)

Hastanede kullanılacak tek kullanımlık şerbet bardaklarını.....

Ve peçeteleri de yine konsepte uygun hazırlamaya gayret ettim.
Balonlar, süslemeler ve bir kaç hediye ile çoktan sahiplerine ulaştı ve kullanılmaya başlandı bu ciciler... Neşeyle ve keyifle kullanılsınlar. 

Blogumun sıkı takipçileri sevgili kardeşim ve sevgili eşine bir kez de buradan hayırlı olsun diyor, kocaman sevgilerimi gönderiyorum.

20 Temmuz 2012 Cuma

ramazan ruhu ve günün iftariyelikleri

Şimdilerde ramazan, yaz demek... püfür püfür esen rüzgarda balkon masasına sofra kurmak, top vakti gelince atılacağı noktaya dönüp önce gökyüzüne fırlatılışını, ardından kocaman bir gümbürtüyle patlayışını izlemek demek. Akabinde okunan ezanı hemen burnumuzun ucundaki Büyük Cami'den coşkun bir sesle yüksek volümde dinlemek demek.

Bir de iki kişilik ailede tek oruç tutan sevgili kocacığa ramazana özel, ayrıcalıklı bir sofra kurabilmek için, iş çıkışı domestic bir hatuna dönüşüp en az on parçaya bölünmek demek. :) Bu hemen hemen hepimizin hali sanırım. :)

İftarın ayrıcalığı ise iftariyelik ikramlar kuşkusuz...
Sigara böreği sardım, nar gibi kızarttım bu akşam.
Çekirdeklerini çıkardığım hurmaların boş karınlarını çeyrek ceviz içleri ile doldurdum.
Bir fiske tuz, ince kıyılmış maydanozla karıştırdığım labne peynir karışımını dolma bibere doldurup ince ince dilimledim.
Rendelenmiş kırmızı pancar, iri kıyılmış semizotu ve keçi peyniri kırıntılarını yağ-limon-tuz karışımıyla sağlıklı bir salataya dönüştürdüm.
Tam buğday unlu patates pane yaptım... (Kızarmış patates dilimlerini, çırpılmış yumurta, tuz ve un karışımına bulayıp bir kez daha kızartmaktan ibaret...)
Kayseri'den düşünülüp alınmış, aile dostu şirin mi şirin iki tontiş amca ve teyzeden, halis muhlis pastırmalar...

Ana yemek öncesi güne özel, ramazan ruhunu bir de buradan hissettiren hoş ayrıcalıklardı.
Sevgili Nilgün hanımcığımın sık sık dediği gibi, yüreğimizden merhamet, soframızdan bereket eksik olmasın!
Bir kez daha hayırlı ramazanlar!

hayırlı ramazanlar

Gecenin en yarısı... Uykunun bal yeri...
Gök mavisi emaye çaydanlıklardan yayılan o mis koku...
Uyurgezer hallerde sofrada büyüklerin arasında yer aramaca...
Halimize gülen gözler...
Ağzımıza tıkıştırılan lokmalar...
İkiz kardeşimle aynı sahurda kalkmayı başarmışsak "ben de kalktım yaaa!" edalarımız....
Yatağa dönüş...
Uykuda belki ezan sesi... belki davul....
Annenin geniş namaz örtüsü altında eğilip kalkan silueti belki.
Ertesi sabah arkadaşlar arasında "sen sahura kalktın mı, ben kalktım yaaa!" havaları...
Henüz öğleye dahi ulaşılamadan orucun çocuklara ayrılmış süresini tamamlama telaşları...
Bir şekilde gelen akşamla her an patlayacak topu sükunetle beklemeler...
Tırnaklı pide kokusu...
Hurma tadı...
Yeşil yeşil, siyah siyah zeytinler...
Antep mutfağının leziz yemekleri...
Kompostolar...
Ayranlar.... ev yapımı şuruplar...
İlla ki tatlı...
İlla ki meyveler...
Loş ışıkta belki biraz televizyon...
Işıl ışıl minareler...
Fonda kur'an sesleri...
Annenin seccadede uzun kalır halleri...
Derken "Hadi artık uykuya" nidaları...

Ve yine...
Gecenin en yarısı... Uykunun bal yeri...
Gök mavisi emaye çaydanlıklardan yayılan o mis koku...
.....

Hepsi çooook uzaklarda kalmış...
Gelişine duyulan sevinç bende aynı ama...

Hoş gelsin ramazan.... Hayırları, bereketi ile gelsin!
İnsanlığımızı hatırlatıp öyle gitsin!

Herkese hayırlı ramazanlar!

15 Temmuz 2012 Pazar

Dirikköy sahili

Bugün Saroz'un Dirikköy sahilinde idik. TSK tarafından etrafı çevrilmiş küçük bir plajdı bulunduğumuz yer. Bir kaç soyunma kabini, bir kaç duş, tuvaletler ve piknik yapmak isteyenler için bir kaç masa ve bir kaç ayaklı mangaldan ibaret mütevazı bir tesis burası. Ha bir de orduya ait bir araç, su gibi elzem ihtiyaçları satmak üzere mini büfe vazifesi görüyor. O kadar.

Kumu incecik... yumuşacık... Denizi ise öyle sığ ki metrelerce gidiyorsun hala dizlerinden aşağıda... 200 metreyi aştığımda hala bel hizama geliyordu. Anlayacağınız yüzme safhasına geçebilmek için denizin içinde epeyce bir yol almak gerekiyor. Yol boyunca atlamak ise çok tehlikeli, kuma saplanıp kalmak kaçınılmaz.  Yürümekten sıkılmayıp derinlere ulaşıldığı an yüzmek de atlamak da pek mümkün... ve pek keyifli.

Son kavurucu sıcaklardan olmalı... su epeyce bir ısınmıştı. Saroz soğuktur çoğu zaman, hatta en son Ihlamurlar Altında Sitesi sahilinde girdiğimde çivi gibiydi resmen.... Bugün kumun yumuşaklığı, denizin sıcaklığı çok hoşuma gitti, çok.

Bol bol yüzdük.

Güneşlendik.

Plaj küçük ve olanakları kısıtlı olmasına rağmen oldukça kalabalıktı. Fotoğrafların çoğunu -insanları rahatsız etmemek adına- akşam, el ayak çekilmeye başlayınca çektim. Kumlardaki ayak izlerinden kalabalığı tahmin edebilirsiniz sanırım.


Kumsalın arka tarafı piknik masalarına ayrılmıştı. Ulu çınarlar ve çamlarla kaplıydı bu alan.

Deniz ve güneş banyosu keyfimize piknik keyfini de ekledik. Taşınabilir barbekü ve piknik malzemelerimizle tam tekmildik yine. :)

Yalnız son piknik aktivitemizde kırılan piknik masamızın yerine yenisini alamadık henüz. 13 yıl önce Ağrı gibi kar'ı eksik olmayan bir yerde bulup aldığım piknik masasının aynısını batıda, deniz ve piknik aktivitelerinin bol yaşandığı bir yerde bulamıyorum. İnternette şöyle bir tarama yaptım henüz rastlayamadım. Bulunca benzerini almak niyetim. Masaların boşalmasını beklemek zorunda kaldık çünkü. Şansımıza ilk boşalan masa da boşaltan kişiler tarafından ilk bize teklif edildi. Yoksa daha çok beklememiz gerekecekti.


Bu sahili sevdik biz.
Bu yaz yine geliriz.