Fransızlardan bluz (blouse) kelimesini almasaymışız adına ne diyecekmişiz acaba? Çünkü kazak denince akla kalın iplerle örülmüş, kışlık, kalın olduğu için de haliyle kaba saba, hantal örgü üstler geliyor. Benim ördüğüm şey ise hiç kalın değil, hiç hantal değil, kışlık değil, kazak desem kazak değil. Olsa olsa ancak bluz olur. (Vurgulamak istediğim şey bu değildi ama madem konu açıldı, harf inkılabı ile eski-demode denilerek dilimizde var olan pek çok Öztürkçe sözcük temizlenip bazıları yöresel sözcük adı altında TDK sözlüklerine alınmamış, yüzyıllardan beri gelen zengin dil literatürümüzden çıkarılıp dışlanmışken; arkeoloji, direksiyon, kompozisyon, gazoz, afiş, aksesuar, alyans, şoför, kuaför, asansör, abajur, kombinezon, abiye, bikini, bluz gibi dilimize pelesenk olmuş 6500 den fazla daha pek çok fransızca sözcük için aynı tasa neden duyulmamış hep merak etmişimdir!😕) Neyse işte, baharda giymeyi planladığım bluzumun robasını bitirmiş bulunmaktayım. İncecik şişlerle kağnı hızında ilerleyen küçücük ama epey zaman alan bu bölümü bitirdiğim için de çok ama çok mutluyum. Örerken, bahar aylarında renk renk çiçekler içinde giyeceğimin, kırlarda o çiçekten o çiçeğe pır pır uçup duracağımın hayali ile ördüğüm için de bu mutlulukta o hayallerimin payı olduğunu buraya not düşmeliyim. Mücadeleyi hayaller de besliyor, yalnız azim ya da kararlılık değil, bu projemde bunu çok net deneyimledim. Gerisini tığla örmek istediğim için (tabii Allahtan bir mani çıkmazsa) bahara dek bluzumu bitirmiş olurum... (dilerim.😇)
Havalar iyice soğudu. Kışı yarıladık artık. Diğer blogumda şurada ve şurada yazdığım kış ahbaplarım bu kış da geldi aklıma. Yine geldiler mi acaba diyerek kocacıkla düştük yola geçen gün. Cıkkk gelmemişler!😔 Avrupa'daki flamingoların çoğunun her zamanki göç yolları ile daimi yerlerine gitmeyip bu yıl daha çok Selanik ve Tekirdağ'da konakladıklarını duymuştum. Bizimkiler de belki oralarda takılıyorlardır. Aman sağ ve sağlıklı olsunlar, hiç gelmeseler de eski fotoğrafları ile avunurum ben. 💗 Belki de yine geç gelirler. Bekleyelim, görelim.
Evden çıkış amacımız flamingocuklarım olsa da yaz-kış görmeyi çok sevdiğim, görünce çok mutlu olduğum yerlere gitme hayalimi de cebime doldurmuştum çıkmadan. Bolayır Altı sahilinde bulduk kendimizi. 😀
Yazın buralar kalabalık olur. Deniz sezonu bitince bir yalnızlık çökse de her yer sanki seninmiş gibi de olur. Severim bu duyguyu. O yüzden buralarda doya doya yürümeyi, seyretmeyi kışın daha bir seviyorum. Hem rüzgar ve dalgalar da başka başka sesler verir, başka başka şeyler söyler kışın. Güzeldir hepsini tek tek dinlemek.... Müzik ve insan sesi karışmadan yalın ve sade olarak kulak kesilmek...
Küçük kır evlerini sevdiğimi biliyorsunuzdur artık. Bu evi de yıllardır bloglarımda paylaşıyorum ve çok seviyorum. Geçen yıl öğrencilerime yılbaşı hediyesi olarak İngilizce masal kitapları ve romanlar alırken kendime de almış olduğum Jane Eyre ile birlikte gittim bu güzel eve bu kış. Görüş alanımda sevdiğim ev, kulaklarımda dalgaların sesi, tenimde rüzgar... ve rüzgardan çıkan uğultular, ıslıklar...
Bir sayfasını sesli sesli okudum orada. Sesim rüzgar ve dalgaların seslerine karışıp gökkubbede dolaşıyordur belki şu an. Olur da birilerinin kulaklarına, oradan da içine doğru yol alırsa, o anki mutluluğumu da götürsün vardığı yere.😇
Madem soğuğu göze alıp düşmüştük yollara... Güneyli sahili de eksik kalmamalıydı. Gittik... Sahilde iki lüks jipten başka araç yoktu. Onlar da İstanbul'dan gelmişler. Tentelerini açıp ateşlerini yakmış, anın tadını çıkarıyorlar. Bir kadın kıyı boyu yürüyüşe çıkmış. Tempolu yürüyor. Aracımızı park ettik hemen... Başladık, bir uçtan bir uca, yine ve yine, kilometrelerce yürüdük yürüdük yürüdük.
Evde tıkılı kalmışlığın acısı da varken o açık hava, o tempolu yürüyüş nasıl iyi geliyor insana. Evde de yürüyorum ama ayak tabanı yere daima düz bir şekilde basıyor. Zemin sert olduğu için toprağın yumuşaklığını karşılamıyor. Engebeler, çukurlar olmadığı için de ev yürüyüşlerinde sürekli aynı kaslar çalışıyor, bazı kaslar tembelleşiyor. Yine de merdiven inip çıkmanın ciddi bir artısı var ama ev içi yürüyüşler, ev dışı yürüyüşlerin yerini tutmuyor. Fırsat bulmuşken yürüdük epey... Sonra kış rutinlerimizden biri olan sümbül toplamak için kırlara, kırlardaki saklı köşemize gittik.
Uzun süre evde kalınca sabun, deterjan, yemek, kolonya gibi şeylerin kokularıyla sınırlı kalıyor koku duyumuz. Nergisler ve kasımpatları burnuma öyle güzel öyle keskin koktu ki, bu duyguyla hem insanın kokuları da özlediğini deneyimledim hem de evde tıkılı kaldığımız şu günlerde, gerçek çiçek kokuları ile evlerimizi mutlaka buluşturmamız gerektiğini farkettim. Neye maruz kalıyorsak dünyayı ondan ibaret sanıyoruz. Kokularda da öyle!
Kırlardan dönüşte çiçekçiye uğradım. Lale, nergis filan hiç olmaz bizim çiçekçilerde de, hiç olmazsa bir kaç sümbül almak istedim. Sümbüller daha satılmadan açmış ve çiçekleri de bozulmaya başlamış. Yani satıcının elinde uzun süre kalmışlar, alıcıların evlerinde geçirecekleri süreci satıcıda geçirmişler. Dolayısıyla sezonları bitmiş. Artık belki bir kez daha açarlar ama onda da öyle dolu dolu açmazlar. Açmaları da küçük bir ihtimal zaten. Üzüldüm.
Sonra eve gelince geçen kış, çiçeklerini açtıktan sonra uykuya dalan muskarilerimin saksılarında yeniden canlanmaya başladıklarını gördüm. Susuz kaldıkları için yapraklarının uçları kurumuş olsa da iki tanecik çiçek dünyaya gözlerini açmıştı. Hemen daha büyük bir saksıya aldım, kurumuş uçları kestim, saksıyı salon penceremin önüne koydum. Gidip gelip bakıyorum. Arada da pencereyi açıp mis mis kokluyorum.😀
Kapalı havalarda ruha iyi gelen, evleri ferahlatan şeylerin biri çiçeklerse, diğeri de ışıklar. İkisinden de mahrum kalmamaya çalışıyorum.
Ah bir de günbatımlarım var tabii... Her gün birbirinden değişik, her gün bambaşka... Geçenlerde bir gün mavi, gri, sarı, pembe, turuncu gibi bir dolu rengi tek batım anına aldı da geldi. Koca gökyüzü nasıl güzeldi. Fotoğraf makinem crop'lu olduğu için buraya dar kesitler ekliyorum. (Açıyı sonuna dek zorlayınca da objelerde böyle eğilmeler oluyor.) Siz bu fotoğrafın sağ, sol, ve yukarı taraflarının da böyle olduğunu hayal edin. Hatta yapabiliyorsanız bu renklerle ve bu görünümle panoramik bir gökyüzü hayal edin.
Ne güzel fotoğraflar çiçekler. Ne iyi yapmışsınız. kırlara çıkmaya. Ben de dedim. eve kapanmanın faydası yok. Ne mutlu ediyor parklar ve köydeki ev . Tek başıma da olsam çıkarım yollara.Sevgiler.
YanıtlaSilÖyle gerçekten... şu bir kaç saat bile nasıl iyi geldi...
Silsevgiler benden de... ❤️
I love the beauty of the world in your photos! Bolayır Altı in winter is beautiful! Magic place!
YanıtlaSilThank you so much dear! ❤️
SilBluz kelimesi yerine bazen ''Triko'' kullanılırdı. Hani daha ince kazakbenzeri giysiler için. Bluz demeyi hep sevmişimdir. Bir de'' Döpiyes'' demesini:)Annem zamanında pek kullanırdı,Etek-ceket demek o kadar havalı gelmezdi ama döpiyes denilince daha bir şık kıyafet düşünürdük.
YanıtlaSilResimleriniz, doğa, deniz, çiçekler ,sakinlik içimi açtı. Haklısınız evde yürümekle doğada yürümek çok farklı.Ve kokular bunu düşünmemiştim, evde hep aynı kokular ,oysa doğada bambaşka kokular duyup, içimize çekiyoruz.Gerçi kolonya bizimle dışarıda geliyor, ama olsun ,dışarının kokusunu bastırması mümkün değil.
Triko bizde genel anlamda "hazır örgüler" için kullanılırdı. Triko elbise, triko bluz gibi. Bunu duyduğumuzda o elbisenin ya da bluzun elde değil de makinede örülmüş olduğunu, konfeksiyon örgü olduğunu anlardık. Döpiyesi çocukluğumun bütün kadınlarından duyardım. Evimizde çok sık kullanılırdı, döpiyes giyen kadınlar şık kadınlar olarak algılanırdı gerçekten. Annemin ve ablalarımın bir kaç döpiyesleri vardı. Ayrıcalıklı zamanlarda giydikleri. :)))
SilEvimiz korunaklı yuvamız... Ama hayat aslında doğada... Doğadan eksik kaldığımızda hayatı da eksik yaşıyoruz. Kokular da eksikliklerimizden biri imiş... O gün fark ettim.
Kırlarda kolonyaya ihtiyaç duymuyoruz ama şehir içinde zırt pırt dökünce bir süre ellerimize sinip kalıyor. Yine de dışarının kokusunda etkin değil evet. İyi ki değil. 👍😇❤️
yine çok güzel fotoğraflar. dil bilinci önemli. bugün sayın bakanımız pandemi yerine biz öğretmenler salgın diyoruz demiş. sağolsun. dilini kaybedenin kültürünü kaybetmesi çok kolay oluyor malesef.
YanıtlaSilsevgiler
Teşekkürler Zeynepcim... Dilin korunması çok önemli... Dilini koruyunca geçmişini de koruyorsun... Tarihini, kültürünü, örflerini ki aslında "kültür" kelimesi ne çok şeyi karşılıyor. Ama öğrencilerimden biliyorum "kültür" kavramının içini neler dolduruyor, çoğu kişi bilmiyor. Dolayısıyla "milli" ve "yerli" kavramlarının açılımı yapılamıyor... Aslında pandemi yerine salgın kavramını kullanmak da hiç bir meseleyi halletmiyor. Bize rol model olan herkes (özellikle tv ekranlardan, internette hayatımıza girenler) dili kullanırken bilinçli ve kaygılı olurlarsa belki ancak önlenir dejenerasyon. Aksi halde biz öğretmenlerin bu meseleye gücü hiç ama hiç yetmiyor. :(
SilMasal kareleri gibi fotoğraflar, o sahilde olmayı çok isterdim, çiçekler çok güzel benim sümbüllerde tık yok bakalım ne zaman açacaklar :)
YanıtlaSilSümbüllerin açar inşallah da blogunda bizle de paylaşırsın Deryacım... Bir iki markete baktım, oralarda da yok sümbül... :( Bu kış sümbülsüz kaldım sanki. Önceki yıllar ne çok görür alırdım. Seninkiler açsın da onlarla mutlu olalım.
SilWhat a warm, beautiful and heartfelt post! I thoroughly enjoyed it with all my senses! And I love the pictures you took! Especially the one on the seashore :) Aside from the mountains around Skopje, that we hike on weekends, we've been spending days stuck at home. I've been on a hiatus from work for 2 weeks and cannot describe how refreshed and invigorated those two weeks are/were, but that is sadly coming to an end in a couple of days.
YanıtlaSilThank you so much for this heartwarming comment dear Maya! Wishing you happy free days even though there are only few.
SilLove
Gerçekten görsellerin hepsi birbirinden şahane ! Eline emeğine sağlık
YanıtlaSilTeşekkürler...
SilBlog arkadaslarımı ziyarete cıktıgımda burayı buldum. Dizi seti vardı yazın ben oralardayken biriki gün. Bende su an sanki bir setteyim. Mest oldumm...
YanıtlaSilBabam dizisi mi?.. Okuldan çıktığımda çarşıya uğradığımda denk geliyordum ben de... Belki de aynı anda aynı yerdeydik. :)
SilYeni merhabalar ne hoş... Ben de bu sıcacık yorumla mest oldum.
Hoş geldiniz...