15 Ocak 2014 Çarşamba

parmaksız eldiven

Kızıma ördüğüm yeni yıl hediyesi parmaksız eldivenlerden kendime de ördüm geçenlerde. İlave olarak dantel kattım...

İçimdeki gotik sever öyle istedi. )

Siz de yapmak isterseniz kısa bir tutorial postun sonunda...


Bilekleriniz ince ise başlangıç için 38 ilmek yeterli... Kalın bir bileğe sahipseniz 42 veya daha fazlası ile başlayın. (Ben kendime 38, kızıma da 40 ilmekle başladım ikimize de tam oldu.)
16 sıra çift lastik örün (dilerseniz tek lastik de olur)
6 sıra düz örgü... 6. sıraya geldiğinizde (düz ördüğünüz ön yüzde) 19 ilmekten sonra (tam ortada) 1 ilmek artırın.
Bir sonraki ön yüzde 19 ilmekten sonra yine bir ilmek artırıp 3 ilmek düz ördükten sonra bir ilmek daha artırın. (Baş parmak için ayırdığınız bölüm 1-3-5-7 .... biçiminde artarak devam ederken, artırmaların iki yanında kalan bölümler hep 19 ilmek olacak)
Baş parmak bölümü 17 ilmek oluncaya kadar bu yöntemle örmeye devam edin.
17 ilmeğe ulaştığında örgünün ön yüzünde bu 17 ilmeği bir defada kesin. (Geniş başlayanlar başparmağı 19 ilmekte sonlandırmalılar.)
Arka yüzde yanlarda kalan iki bölümü birbirine ekli olarak örmeye devam edin.
Bu şekilde 5 sıra düz örgü ördükten sonra, çift lastik örgüye geçin.
7. sıraya geldiğinizde (ön yüzde) kesme işlemini gerçekleştirin.
Aşırma tekniği ile yan kenarları ön yüzde birbirine dikin. (Bu yöntemle dikişiniz kalın ve sert olmayacak, iç yüzde fazlalık oluşmayacak, elinizi bir yere dayadığınızda canınız acımayacaktır.)

Bu basit örgüyü dilerseniz saç örgüsü, baklava dilimi gibi tekniklerle daha hareketli kılabilir; dantel, sakallı ip, düğme, zımba, fermuar, keçe gibi materyallerle de daha süslü hale getirebilirsiniz.

Bu anlatım yetmedi derseniz takıldığınız yerde ben buradayım.

Bol hobili günler! :)


13 Ocak 2014 Pazartesi

12 ocak 2014 - Pazar notlarım

Blog geçmişime göz attım, geçen yıl  Ocak ayında Gelibolu'ya kar yağmış. Bu yılın Ocak ayı ise pek ılıman geçmekte... Gerçi ay bitmiş değil... Sonuna doğru yapar belki yine kışlığını...

Sabahki sise, pusa rağmen gömlekle dolaşacak kadar güzel bir hava vardı dün. Öğleden sonra bir kaç saatlik boşluk bulup yine attık kendimizi kıra bayıra.

Çevreyle ilişkiniz nasıldır? Hani komşu pencereye yeni bir perde takıldığında - balkona, kapıönüne bişeyler konulduğunda, yol güzergahınızda yeni bir şey ya da birileri ile karşılaştığınızda hemen fark edenlerden misiniz? Ya da hiiiiç farkında olmayanlardan mısınız? Ben birinci gruptanım... O an beynim düşünüyor, ağzım konuşuyor olsa da çevremdeki değişiklikleri baktığım anda fark eder, öncesi ile sonrasını gözümün önüne getirip anlık kıyaslama ve karşılaştırmalar yapabilirim. (Bu arada meraklılıkla ilgisi yok bu durumun... Gördüğünü kavrama ve belleğine kaydetme meselesi... Perdesinin arkasından konu komşusunu dikizleyenlerle karıştırılmasın lütfen...) Kocacık bu halime şaşırır çoğunlukla... Uzun yürüyüşlerimizde onlarca şey için "aaaa bak geçenlerde burası böyle idi, burada bu vardı... şimdi böyle olmuş" dediğimde kendisinin hiç birinin farkında olmadığını söyler. O da deniz, doğa, hava tahmini, iklim, yön bulma gibi konularda iyidir ama ben çevrede olan biteni analiz etme ve kaydetmede pek bir iyiyim sanırım. Çünkü hemen fark ediyor, kolay kolay da unutmuyorum. Hal böyle olunca bir gittiğim yere bi daha gidiyor olduğumda kayıt, analiz ve hatırlama mekanizmam devreye giriyor hemen. :)

Dün de hatırlamaların, farkına varmaların ve kıyaslamaların sık sık yaşandığı bir gündü yine.

Daha önce şurada da paylaşmış olduğum Fındıklı Köyü yolu üzerindeki dere kenarı ilk uğrak yerimiz oldu.
Karşı tepe iş makinelerince biraz daha oyulmuş, öncekilerden daha geniş bir alan oluşmuştu. Gerekli yağmur suyunu bulamamış olan dere diğer zamanlardakinden daha cılız, daha kuruydu. Ağaçlar; yapraklarını iyice bir  silkelemiş, boynu rüzgara eğik ama heybetli halleriyle masallara konu olabilecek sahici bir ormanın bitim noktasında olduğumuzu hissettiriyor, yapraklar; üstlerine basılırken çıkardıkları hışırtı ile kırık dökük ama hüzünlü bir ezgi mırıldanıyordu. Sol tarafta tuğladan minicik kulübesi olan iki çocuklu aile minicik bahçesini sürmüş, minicik umutlarını toprak ananın karnına gömmek, minicik döller elde etmek, oradan da minicik sevinçlere ulaşmak için ilk hazırlıklarını tamamlamıştı.

Veeeeee...
Yine yapmıştı sürprizini doğa ana!
Orada... kocacığın defalarca yanından yöresinden geçtiği yerde.... kış ortasında.... bir minik papatya!...
Kaç(a)mıyordu gözümden... :)

Ve şu kocaman yepyeni çeşme...
Boylu boyunca uzanmıştı köy yolunun eteklerine.
Oradan nimetlenecek tüm canlılar adına sonsuz teşekkür olsun yapana, yaptırana...

İkinci uğrak yerimiz  yine en sevdiğim yerlerden biri, Fındıklı Köyü Göleti'ne bakan, şurada piknik postumda paylaştığım tepe idi...

Kelimenin tam anlamıyla huzur bulduğum yer diyebilirim burası için... Doğadan gelen sesleri dinlerken bu manzaraya takılı kalmak, oradan ruhuna pozitif duygular/düşünceler taşımak inanın harika bi şey!

Burada da sarı sarı minik kır papatyaları bekliyordu beni. Görünce öyle çok sevindim ki!

Eşimin akrabalarının köyüne Yeniköy'e doğru yol aldık sonra... Gün boyu yeşile doymuş koyun sürüleri çobanları ile birlikte salına salına köye dönüyorlardı. İçlerinden biri eşimin kuzeni çıktı.

(Hafta içi okula giden bu çocuklar, sair zamanlarda -diğer köy çocukları gibi- ailelerinin bağ-bahçe-hayvancılık-taşıma-getirme-götürme gibi ağır işlerinde onlara yardımcı oluyorlar. Dolayısıyla takdiri hakediyorlar!)

İşte yakışıklı ve çalışkan bir "Pomak boy"!

Bir gün Pomaklarla ilgili uzun bir yazı yazmalıyım. Bu konuda çok fazla e-mail ve yorum alıyorum çünkü.

Bu arada sürünün içinde minicik küçücük de bir oğlak vardı, alıp kucağıma seveyim, öpeyim diye can attım ama değil yakalamak, yakınına ulaşmak dahi mümkün olmadı. O minicik haliyle nasıl çevik, nasıl ürkekti, görseydiniz...

Ama sahile varıp otomobilimizden indiğimiz anda peşimizi bırakmayan şu tatlıcık çok sevdirdi kendini...

Baksanıza şekerliğe... İki kolunu un çuvalına batırmış da gelmiş sanki... ağzı burnu tam yemelik... öpmelik...
Elimi uzattıkça hep bişeyler arandı, bekledi... Elim boş gittiğim için çok üzüldüm... Ah bilseydim ben böyle tatlı bişeyle karşılaşacağımı!...

Bir de baktıkça insana huzur veren.... bir tanecik dahi geminin geçmediği... yalnızca balıkçı kayıklarının görülebildiği... sessiz, sakin, dingin Saroz vardı karşımda... Her bakışımda "bu körfez iyi ki sit alanı.... iyi ki işletmelere ve ulaşıma açık bir yer değil" dedirten... pırıl pırıl Saroz.

Hangi kayık yerinde... hangi baraka yıkılmış, hangisi tadilat görmüş, hangi tarla sürülmüş, hangi ev nasılmış, ne hale gelmiş.... hangi çit devrilmiş... hangi kapı yok olmuş... kayıt mekanizmam kaydetti ve farklılıkların önceki hallerini çıkarıp çıkarıp önüme getirdi... :)

Gözlerim, otomobille giderken dallarda tek tük kalmış böğürtlenleri dahi fark etti... ya da beynim mi demeliyim... :)
Kuşlar da mı fark etmemişti ki!... yoksa daha başka  bol besin bulmuşlardı da ihtiyaç mı duymamışlardı!
Orada dalların kuytularında tek tük böğürtlen... gelip bulmamı beklemişlerdi!

İşte böyle... Güzel bir havada mis mis doyduk doğaya...

İyi ki yakınımda böyle güzel yerler var... İyi ki ihtiyaç duyduğumda beni sarmalayacak böylesi bakir ve doğal  bir dünya var.

Çok şükür! Sonsuz şükür!