17 Ağustos 2014 Pazar

17 ağustos 2014

Bir kaç gündür meteoroloji uzmanları Pazar gününün yağmurlu olacağına işaret etmekteydi. Şu yakıp kavuran yaz sıcaklarının üstüne iyi gelip püfür püfür serinleteceği ve pek makbule geçeceği için, için için seviniyordum doğrusu. Ama bir yandan da biricik Pazar'ımı gaspetme ve beni dört duvar arasına tıkarak içimi daraltma olasılığını da es geçemiyordum. Malum haftanın 6 günü, Pazar günü devşirilecek mutlulukların özlemi ile yaşıyorum.

Yine de bir plan yaptım kendime... Yağmur geceden yağmış, uyandığımda yalnızca ıslaklığı kalmış ise fotoğraf makinemi kapıp ıslak pırıltılar derleyecektim... ayaklarımın gidebildiği, gözlerimin görebildiği ve gönlümün hissedebildiği her yerden, her şeyden... Yok, eğer.. gelişini öğleden sonraya ya da akşama ayarlamışsa,  kocacık uyanınca Günbatımı tesislerinde güzel bir kahvaltı ile güne başlanacak, ardından yine ve yine kırlara koşulacaktı.

Uyandım... perdenin ucunu araladım... Önceki sabahlar kadar kuru, sıcak ve ışıl ışıldı her yer.
Güzel bir Pazar bizi bekliyordu.


Kahvaltı mekanımız daha önceki zamanlardan çok çok sakindi. Bahçe güneşli olduğu için bir kaç kameriyenin altı ile kapalı mekanın verandasında idi gelen misafirler. Biz de yerimizi verandada aldık.

Kahvaltı aheste aheste, keyifle, şükürle yapıldı. Mekandaki tanıdıklarla masadan masaya sohbetler edildi. Ancak bu güzel mekan bu kadarcık keyifle bitirilip terkedilmemeliydi. Bu olsa olsa pırıltının torba dibinde kalmış toz zerrecikleri kadar idi... ve bu zerrecikler mutlaka ve mutlaka çoğaltılmalı, pul gibi payet gibi elle tutulur gözle görülür pırıl pırıl prıltı parçalarına kavuşulmalı idi.

Kocacık yan masadaki arkadaşı ile sohbette iken fotoğraf makinemi aldım ve masadan kalktım ben... Koca mekanda tek çocuk yoktu... Arka bahçedeki çocuk parkı bomboştu. :)

Önce usul usul kaydırakların, tahteravallinin ve salıncakların fotoğraflarını çektim.
Sonra içimdeki sese yol verdim... Ses, sahip olduğu bedeni aldı, salıncak oturaklarından birine yavaşça bıraktı. Derken ayaklar parmak uçları ile adım adım arkaya gidip iyice bir gerilince, şöyle bir havalanıp ileri doğru uçuverdi. Beden bu ritme hemen uyum sağladı... giderken arkaya, gelirken öne doğru kaykılıyor, gidip gelmeler sırasında oluşan açıyı  daha daha açmaya çalışıyordu.

Mutluluk ellerin zincirlere kenetlenmesinde, ayakların boşlukta havalanmasında.... hasılı bu uçuştan ruhun neşe ile dolmasında idi.

O an dünya durmuştu ve içimdeki küçük çocuk kendini apansız dışarıda bulmuştu.

O çocuk mu... yoksa ben mi... bilmiyorum hangimiz.... belki de ikimiz... çoook eğlendik. Öyle ki kocacık geldiğinde aldığı gibi fotoğraf makinesini bu neşeli çocuk kadını görüntülemek, zaman zaman dönüp bakılmak üzere sabitlemek istedi.
Onlarca kareden şu ikisi bu düşüncenin eseri. :)



Hanidir hayatı pek kıymetli buluyorum... pek kıymete değer...
Baktığım her şeyde bir güzellik görmek istiyorum.
Bu farkındalık öncesi başımı dahi çevirmeden yanından yöresinden geçip gittiğim çok şey, pek değerli pek önemli benim için... Sevilesi (sevilebilir) ise mutlaka sevilesi... severken de illa ki mutluluk devşirilesi...

Misal çiçekler...
Görünce güzelliklerini.... gözlerimle de olsa sevmeden geçmemeliyim.

Şöyle bir alıcı gözle bakabildiğinde, dikendeki güzelliği dahi görebilmeli insan.

Bakmak için gözlerin açık olması yeterli... Görmek için ise dimağ gerekli... açık, apaçık bir dimağ. Çünkü görmek;  anlamak, anlamlandırmak, yorum katmak, biçimlendirmek demek...  Görmek; fark etmek, detayına inmek demek.

Hayat detaylarda gizli...
Öyle ya mutluluk da detaylarda gizli!

Görmeli... hissetmeli...

Bugünlerde köy yolları alabildiğine ayçiçekleri...
Her milimi ilmek ilmek dokunmuş devasa papatyalarım sanki...

 Fark edip görülesi..durup mola verilesi................... sevilesi... mutluluk devşirilesi.

Yaban erikleri... (Güvem)
Şifa deposu... toplanıp marmelat yapılası... kaynatılıp soğuk soğuk içilesi...

Yol kenarındaki bu kimsesiz ağaçlar.... gideyim, göreyim, nimetinden pay alayım diye sanki oradalar.

Bu arada çarıklarım da apayrı mutluluk sebebi... Truva, Harry Potter, 300 Spartalı, Elegon gibi filmlerin oyuncularına yemeni yapmış olan, hemşehrim,  ünlü Yemenici Hayri Usta'nın eserleri... Öyle sevdim, öyle sevdim ki derin bir aşk yaşıyoruz besbelli.

Siz de çok sever misiniz incirleri...
Benim için yaz meyvelerinin göz bebeği...

Kocacığa köylüsünden armağan olarak verildi.
Dalından taze taze....

Offf öyle lezzetli ki!

Esinti artmıştı... dönüş yoluna geçilmeliydi.
Sevinçlerin, keyiflerin en somut hali şu sepete istiflendi.




5 yorum:

  1. Ne güzel bir gün geçirmişsiniz,

    YanıtlaSil
  2. çocuk kadın harikasın çok güzel fotoğraflar

    YanıtlaSil
  3. seni seviyorum rusyana:))))))))))

    YanıtlaSil
  4. Ne güzel fotoğraflar bunlar böyle, çok hoş görünüyorsunuz siz de :)

    YanıtlaSil
  5. içimi açan blogunu gezdikçe günüm aydınlandı,herşey için teşekkürler

    YanıtlaSil