12 Mart 2014 Çarşamba

çocuklar bazen "düzen" kuran yetişkinlerin cehenneminden de geçebilir!

12 Eylül darbesi öncesiydi...İkiz kardeşimle ortaokul öğrencisiydik... Yazdı... Tatildeydik... Babam şehrin dışına doğru bir semtte mermer atölyesi açmıştı. Annem babamın yemeğini sefer tasına, ekmeğini meyvesini bir çantaya doldurmuş kardeşimle elimize tutuşturmuştu.  Bisikletimize atlamış babamıza yemek götürüyorduk. Daha önceki günlerdeki gibi...

Yolumuz, giderken yer yer çıkışlı, yer yer düzdü... Yokuşlarda bisikletten inip elimizle sürerek yürür, düzlüklerde uzun yolu kısaltmak için  durmamacasına pedal çevirirdik... Tepeye gelip baktığımızda şehir ayaklarımızın altında kalır; kocaman kale, koca kubbeli hapishane ve merkezdeki diğer yüksek binalar ufaldıkça ufalırdı. Köylerden göç alan, varoş bir semtti burası... İşlek ana caddede gittiğimiz sürece korkacak hiç bir şey yoktu... Annemiz ve babamız öyle diyordu. İnsana güvenin henüz oluk oluk kan kaybetmediği yıllarmış belli ki.

Cep telefonunun hayallerde dahi yer bulamadığı, anlık haberleşmenin mümkün olmadığı yıllardı da aynı zamanda...

İçinde sıcacık ev yemekleri dolu kat kat sefer tası ve torbadaki ekmek kadar katkısız, meyveler kadar doğal,  kötülük kavramının içini dolduracak  hayat tecrübesi henüz hiç mi hiç gelişmemiş iki küçük çocuk.... Büyükannesine yiyecek dolu sepet götüren kırmızı şapkalı kız misali!
Babalarına öğle yemeği götürüyorlar...
Kendi vatanlarında özgürce yol almanın keyfini ve dahi kendi küçük cumhuriyetlerinin özgürlüğünü doya doya yaşayarak...

Derken kurt göründü...
Uzakta... ama görünebilecek kadar bir mesafede...
Caddeyi enine kaplamış ve kapatmış cayır cayır yanmakta olan oto lastikleri... Kesif bir yanık kokusu... Kapkara duman hareleri... Vızır vızır sesler.... Sokak ve köy düğünlerinden aşina olduğumuz kurşun sesleri... onları bastıran -adına çocuk dünyamızda taramalı tüfek dediğimiz- makineli tüfek sesi...

Babamız yemek bekliyor... Az kaldı... Gitmeliyiz!!!...
Çocuk aklımız babamızın bizi beklediğini bastırıyor... çok yol almışız... Gitmeliyiz!
Git - me - li - (mi) - yiz !!!!

Bu düşüncelerle biraz daha yaklaşıyoruz... İki polis koşup kardeşimle beni ara sokağa çekiyor. Nerden çıktınız?... Sahi cadde bomboş... Bu dar sokak içinde, az ileride on / on beş polis....  Gelirken gözümüzde kalan o son kare; uzakta ama sanki şuracıktaymış gibi yanan boy boy lastikler.... lastiklerin arkasında koca koca variller... bir de  arkalarında kimlerin olduklarını henüz bilmediğimiz büyüdükçe öğrendiğimiz adına devrimci  denilen, anarşik girişimlerle düzen değiştirme niyetlisi  gençler...

Kimden çıktığı kimden geldiği ister bilinsin ister bilinmesin!...
O iki çocuktan biri ya da ikisi... gafilce avlanabilirdi o gün... serseri bir kurşuna gencecik yaşamlarını pisipisine heba edebilirlerdi!

AMAÇ ne idi?

Sokaklar ki!...
Özgürlüğün adresi... Adına toplum dediğimiz insan topluluklarının ortak mekanı...
Annenin pazar filesini bir eline, çocuğunu diğerine tutuşturduğu koşuşturmalı alışveriş saatleri... Babanın işten dönerken köşedeki tatlıcıda sardırdığı bir kutu fıstıklı baklavanın az sonra neşelendireceği eve varış serüveni... Halelerin, Jalelerin kalpleri pır pır halde sevgilileriyle buluşup  vedalaştıkları köşebaşı... Berkinlerin, Berfinlerin eve tazecik ekmek alıp döneceği bakkal yolu... Aceleci şoförün gaza bastığı ve dahi en gazlı küfürleri saydırdığı işlek caddeler... Simitcinin ayaklarını değil tablasını dinlendirmek için sık sık mola verdiği yorgun kaldırımlar... Güneşi gören İhsan Dede'nin iskemlesini attığı kapı önü... Ayşelerin Ahmetlerin saklambaç yuvaları... Neşelerin Mehmetlerin istop çığlıkları... Körebenin dolanıp durduğu karanlık boşluk... Elinden şekeri düşen yaramaz bebeğin avazı çıktığı kadar bağrındığı toz toprak... Ağaç gölgesi... Çiçek kokusu... Rüzgarda çırpınan çamaşır sesi... çırpılan halı sesi... kilim sesi... örtü sesi... pencerelerden yayılan radyo sesi... televizyon sesi...  Büyükbabanın torununa nasihat sesi... Sevgiliye gizli saklı taşınan goncacık gül... Babaya götürülen sıcacık sefer tası... Çocukluğun cenneti...

Sokaklar ki!...
Özgürlüğün adresi!...


Şöyle diyor İclal Aydın;
"Berkin Elvan bir çocuk.. "Düzen" kuran yetişkinlerin cehenneminden geçiyordu. Büyüdüğü yer cennet olsun!"


Ben de tüm insanlığa sormak istiyorum;
Bu düzen yıkma ve kurma meselesi; kansız, kayıpsız olamaz mı?
Berkinler yaşasa... olmaz mı?

Ya eller... çeşmeye öylesine tutulmuş o melun eller!!!

Ben görebiliyorum...

Nasıl da kanlı!!!!




4 yorum:

  1. Ah arkadaşım, yüreğine sağlık. Allah rahmet eylesin. Anneciğine ve babacığına sabır ihsan eylesin. Üzgünüm.

    YanıtlaSil
  2. kalemine yüreğine sağlık ruşyena okurken yaşadım tüm yazılanları sokaklarda geçen çocukluğumu hatırladım nasıl da huzurluymuş ne oldu bu güzel ülkeye

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. kötülük kol geziyor.... bir çok iyi insanın içinden hiç ummadığımız canavarlar fışkırıyor... ve sokaklar masumiyetini yitiriyor her geçen gün... 12 eylüller yinelensin istemiyorum... Atamızın inşa ettiği demokrasi kör topal da olsa sekteye uğrasın istemiyorum... egemenlik halkın olsun istiyorum... huzurlu bir yaşam... huzurlu sokaklar... sağduyulu insanlar istiyorum... aslında çok kolay, çok az şey istiyorum...

      Sil