30 Haziran 2013 Pazar

30 haziran 2013

Gün itibariyle haziranı da yemiş yutmuş bulunuyoruz. İnşallah yaramıştır hepimize...
Geldiiii temmmmuuuuuz...
Hoş gelsin, sefa gelsin!... Mümkünse usul usul, aheste aheste gelsin... Öyle haziran gibi pırrrr diye uçup gitmesin... Şu gün oldu... plaj sezonumuzu açıp denizlere dalıp güneşlerde yanabilmiş değiliz çünkü...

Bugün de olabilirdi pekala......... da....... olamadı.
Şöyle bir bakışıp göz kırptık birbirimize... en kötü ihtimalle evlat gelince -inşallah- buluşuruz, dedik, sözleştik...

Bugün payımıza düşen yarım güncük bir zaman dilimi idi. Kocacık zaten geç kalkınca onun yarısı da öylece gitmiş oldu ve kalan 2-3 saati   -hiç olmazsa- gönlümüzce geçirelim  istedik.

Günbatımı Tesisleri'nde mükellef bir kahvaltı yaptık önce...


Gelibolu'ya yolu düşecek olan ve Gelibolu'da yaşayan okur(lar)a özellikle tavsiye ediyorum. Müşteri memnuniyetini önceliğine almış bir işletme... hizmet ve servis kaliteli... memnun kalırsınız..

Kahvaltıda 1 saatten fazla zaman geçirince kalan süreyi kısa bir Güneyli gezisine ayıralım istedik.
Sahil tıklım tıkıştı yine... kimseleri rahatsız etmeden bir kaç kare alıp sol tarafa, denizi ve sahili kuşbakışı görebileceğimiz tepeye doğru yürüdük... Yürürken de deklanşöre basmayı ihmal etmiyorduk.

İşte o tepe burası... her yer cayır cayır yanarken orası hep püfür püfür...

Bir vakitler şurada denize girmiştik... pek de memnun kalmıştık... bu yıl da zaman bulup keyifli bir tekrar yapabiliriz dilerim.

Tepeden geri dönüp sola doğru yürüyünce, çay bahçesi ve devamında beton bir iskele var... O iskeleden Güneyli kıyılarını izlemek pek keyiflidir... Deniz bu açıdan yumoş yumoş turkuaz bir çarşafa dönüşür.

İşte o an... gözün bayram ettiği andır...

İskeleden geri dönünce plajlara dek sakin bir yürüme mesafesi daha tanıyor kıyı...
Bu balık ekmek kayığı... kırmızı kırmızı ne şirin di mi?

Bu da Sarozun gülü... (şapkasını gözden kaçırmayın)

Tam da orada... plajların girişinde... onu gördük işinin başında...

Emekçi roman hanım... yazlıkçıların bakırlarını parlatıyordu.

Parlatılmakta olan bakır kabını bekleyen hanım, "eşini de çek, hanımı çalışıyor, bak o orada oturuyor" dedi...
"keyifler iyi maşallah! hanım çalışıyor siz ense yapıyorsunuz" dedim...
"hanım benden daha güzel yapar beaa!" dedi... :)

E hayat müşterek!
Benim kocacım da ütüyü pek güzel yapar... :) (bu cümledeki ince nüansa dikkat... hani sevmediğiniz, yapmak istemediğiniz bi ev işi varsa :)) )


Herkese mutlu haftalar!
Her şey gönlümüzce olsun...
Alan memnun satan memnun olsun!
:)


24 Haziran 2013 Pazartesi

orman, deniz, piknik, boklu kebap - 23 haziran 2013

Bir parça yeşil -kesinlikle- iyileştiriyor beni.... Üstüne bir parça da mavi olunca keyfimi sormayın gitsin.

Çam ormanında denize nazır pikniğimizin 2013 yaz açılışını da yapalım istedik.
Oldukça sıcak bir gündü.
Bir haftadır böyle...
Yaşar Kemal'in "sarı sıcak" tanımlı günlerinden... Çukurova'nın kavurucu sıcağında tarlada iş gören yevmiyeli işçilerin sıcağa, tere, toza bulanmış hallerini vurgulayan yakıp kavuran günlerden...
Gelibolu'da -coğrafik yapısından dolayı- insanın yüzünü yalayıp geçen, yeniden yeniden gelen, zaman zaman hafif, zaman zaman etkili bir esinti var şansımıza. O da olmasa bu sarı sıcaklarda dışarı çıkmak akıl karı değil.
Akşama doğru... saatin 18.00 civarı olmasını bekledik yine de...

Günün büyük bölümünü evde geçirmekle iş yükümün hafiflediğini... tatil olmanın, tatilde evde gönlünün istediğini yapıyor olmanın, işleri daracık zamanlara sıkıştırmayıp keyfince yapıyor olmanın hazzını da yaşadım hem... Zira haftanın diğer altı günü oldukça yoğun ve yorucu geçmekte...
İyi geldi...
İyi hissettim...
İyileştim... :)

Konuya balıklama dalıyorum... ve soruyorum:
Siz hiç "boklu kebap" duydunuz ya da yediniz mi?
Çok şaşırtıcı di mi? çağrışımı nahoş hatta iğrenç olabilecek bir sıfatın bir yemek isminin başına gelerek onu tamamlaması... nimetin kutsallığına ters gibi...

İlk duyduğumda çok şaşırmıştım... Anlamı ile tanımı özdeşleştirdikçe ve yöre halkının dilinden sık sık gayet olağanmışcasına dinledikçe alıştım sonra...

Gelibolu'da sardalyanın içi temizlenmeden ızgara yapılmış haline "boklu kebap" deniyor efenim... :)

Sardalya Gelibolu'nun ünlü balığı... Temmuz ve ağustos aylarında yağ oranı en yüksek düzeye ulaşıyor ve ızgarası müthiş güzel oluyor. Izgarasını yerken derisinin kabuk gibi soyulup kolayca çıkması için de pullarının temizlenmeden yani balığın yıkanmadan pişirilmesi gerekiyor. Dolayısıyla içi temizlenmiyor, çünkü suyla temas edecek bu durumda... İç organları ile pişmiş olduğu için de bu haline "boklu kebap" deniyor.
Dilerseniz sardalyaları bir tepsiye dizip temizlemeden fırına da atabilirsiniz... Izgara olması şart değil.

Haziran sonu itibariyle sardalyalar epeyce bir yağlanmıştı... ve "boklu kebabı" gerçekten nefis oldu...

Yerken... derisini... tpkı bir yılanın derisini elbise misali tümden soyduğu gibi bütün bir kabuk şeklinde soyduktan sonra... çatal ve bıçak kullanmadan...baş ve işaret parmaklarınızla beyaz etini bel kemiğinden hafifçe çekip kaldırarak yemeniz gerekiyor. Bu yöntemle iç organlar bel kemiğine yapışmış vaziyette kalıyor ve yalnızca etini yemiş oluyorsunuz...

Izgara sardalyanın yanına gidecek en güzel salata ise yine yöre tabiriyle "domates salatası"...
İkisi başbaşa olunca başka da bir şey istenmiyor.

Bu hafta okuma eylemim için kendi kitaplığımdan Orhan Pamuk'un "Sessiz Ev" ini seçtim...

Üç ya da dört yıl önce uzun sürede kesik kesik okumuş, ancak bu parçalı okuyuştan tatmin olmamış, uzun yaz akşamlarında ve haftasonlarında bir kez daha okuma kararı almıştım.
Geceleri yatmadan önce yarım saatlik sürelerle okuyorum...

Kocacık balıkları pişirinceye dek 40 sayfaya yakın da okudum...epeyce bir yol katettim.

Karnı tok, sırtı pek piknik insanı daha başka neler yapar?
Bu sorunun cevabı  yaşla, zevklerle ve beklentilerle sınırlı elbette...

Bir ormandasın... Çam ağaçları ve oksijen...
Dokunup bir ağaca, mis havayı içine içine çekmek gerek... (kocacığın objektifine gülümseyerek...)

Sonra yürüyüp içerilere derinlikte kaybolmak gerek...

Bir de masmavi deniz var ki... Kıyısını boydan boya turlamak, iyot kokusunu mis mis içine çekmek gerek...

Günü yavaş yaşayınca tatili ta içinde hissediyor insan... Beynine taht kurmuş "ecek - acak" listen bir boşluk bulup benliğine dağılacak ve içini kemirmeye başlayacak kadar fırsat bulamıyor. Doğa ve yalnızca sen... Bir masalın içinde kayboluyorsun...

Ama gün bu kadarla bitmemeli...
Geceler uzun artık...
Ve boğazın karşı kıyısında, dağların arkasından gümüş bir tepsi gibi doğacak birazdan ay... Kayalar'da otomobili park edip Hamzakoy'a doğru şöyle bir uzanmalı...

Kocacıkla elele yürürken karşıdan gelen kalabalıktan, genç bir kız belki de genç bir hanım kopup önüme doğru gelip duruyor.
"Sizin blogunuz var mı?"
Kısa süreli bir şaşkınlıkla "evet" diyorum.
Devam eden bir kaç cümle ile ayaküstü tanışıyoruz. Sevgili Ankara Düşleri, Keşan'da askerliğini yapan kardeşini ziyarete gelmiş, Gelibolu'ya da uğramış...
Vedalaşıp ayrılıyoruz.
Akşam, perde perde inerken birazdan ay doğuyor...
Hanemize de (vatanımıza, milletimize) dileyerek..bu mübarek gecede bu olağanüstü güzellikteki doğumu seyre koyuluyorum...
İçimden geçen her şey iyiye ve güzele dair...

Hepsi ama hepsi nasıl iyi geliyor.


19 Haziran 2013 Çarşamba

beyaz dokunuşlar -3

Beyaz dokunuşlar serimin üçüncü bölümüne gelmiş bulunmaktayım...
İlk ikisini görmek isteyenler... lütfen buraya ve buraya tıklayın!

Aslında "beyaz dokunuşlar" serisi ile başlamadı boyama serüvenim.... İki yıl önce gözümü karartıp şu ayaklı ahşap çiçekliğimi ve yanındaki tabureyi de boyamışlığım var...
Ancak ahşap boyama kurslarında kullanılan boya ile denemiş ve bu boya ile pek bir zorlandığım için devamını getirememiştim. Zemini kapatmak için kaç kat boyadığımı anımsamıyorum doğrusu... Üstelik boya, sürerken kolayca sürülen, fırçadan akıp zeminde kolayca yayılan bir boya da değildi.... Küçük bir fırça ile soldan sağa, yukarıdan aşağıya öyle çok gidip geldiğimi ve kol kaslarımı öyle çok yorduğumu anımsıyorum ki devamını getirmeyişimin en önemli sebebi bu olsa gerek.

Neyse ki küçük objelerle başladığım ikinci etap beni çok çok şevklendiriyor ve yarım kalan serüven yeni güzelliklerle devam ediyor.
Serinin üçüncü bölümünden işte yeni kareler...

Krem renkli kuş kafesimi akçalı sprey mat boya ile beyaza boyadım ilkin... Sonra minik bir sepeti beyaza boyadım  ve içini beyaz güllerle doldurarak kafesin içine yerleştirdim. Kafesin sap kısmını da aynı güllerle dekore ettikten sonra, üzerine pembe kelebek sticker lar kondurdum. Önceki halinden daha çok hoşuma gitti.

Melekli çerçevelerimle takım oluştursun diye, küçük bir melek figürünü beyaza boyayıp daha önce yine beyaza boyamış olduğum vazonun üzerine yapıştırdım.

Pek shabby chick oldu... pek beğendim.

Salonumda uzun yıllara dayalı bir melek teması hakim zaten... Ancak farklı farklı renklerde, genelde de altın renkte idi bu melekler...

Kızçemin lise mezuniyet fotoğrafının altında ve üstünde yer alan altın renkli bu melekleri yine sprey boya ile beyaza boyadım. Kahverengi olan fotoğraf çerçevesini de aynı yöntemle beyaz yaptım yine...

(Bu arada aşağıdaki fotoğrafı gece geç vakit çekmiştim. Renkler gerçekte bu denli puslu ve soluk değil)

Melekler bu ferah ve heykelimsi görünümleriyle asıllarını daha bir yansıtır oldular bana göre...

(Boyanmadan önceki altın renkli halini bu linkteki 7. fotoğrafta görebilirsiniz.)

Kapının sol tarafına, elektrik düğmesinin üstüne dizmiş olduğum melekler ise soft renklere sahip, elleri yüzleri  bacakları ten renkli meleklerdi. (Bakınız bu linkteki 1. fotoğraf.) 
Onlar da dönüşümle beyazlanıp yeni ve daha güzel hallerine kavuştu.

Daha çok kış mevsiminde ve yılbaşı dekorasyonumda kullandığım ev görünümlü mumluklarımı da beyaza boyadım... Yaz ve kış, her daim kullanmak üzere salonumdaki yaşamın içine kattım. 

Bu porselen mumlukların orijinal halleri oldukça renkli idi... Bir kaç yıl önce üstlerine dekupaj tutkalı sürerek altın renkli simlerle kaplamış ve o zamandan beri altın renkli halleri ile kullanmaktaydım. 

Dönüşüm söz konusu olunca... bir gece su içinde bekletip daha sonra sert bir fırça ile fırçalayarak simlerin çıkmasını ve tutkalın sıyrılmasını sağladım önce... ardından yine sprey boya ile boyadım... 
Fıssss... fısssss... fıss... Çok kolay ve çok pratik oldu.

Bu minik çerçeve ise gümüş renkli idi... Çekmecedeki uykusundan uyandırıp beyaz renge boyadıktan sonra içine güllü peçetelerimden minik bir parça fon yaparak  yaşamın içine kattım...  

İçimden geldiği kesin... Kendim istiyor ve hayata geçiriyorum çünkü... Evimin geneline meleklerden, güllerden ve kuşlardan oluşan karma bir konsept hakim... Onlarla birlikte yaşamayı seviyorum.

Annemden yadigar en az altmış yıllık cam meyveliği beyaza boyayıp güllere ev sahipliği yaptırarak  güllü konsepte yeni bir parça daha kattım... Bazen onu bir süs objesi konumundan çıkarıp yaşamımın içine  kattığım da olmuyor değil. 

Öyle görülüyor ki ben anılarla iç içe yaşamayı, geçmişten gelenleri yeniden düzenleyip dönüştürerek  yaşam alanımın içine almayı da seviyorum.

İnternetteki diğer uzak dünyalar sayesinde bir çoğumuz içimizdeki gizli zevkleri keşfettik. Sidebar ımdaki bir çok blog bana müthiş ilham olmakta... Evlerini beyazla buluşturan bir kaç Türk blogger arkadaşım da ha keza... 

Blog dünyasının içinde olmak güzel gerçekten... 

Öyle ki, blogun bir süre sonra yaşamının değerli bir parçası oluyor ve işin başından aşkın da olsa günbegün bu postu hazırlayıp son hamleyle yayına sokabiliyorsun... (13 gün önce hazırlamaya başladığım bu postu ancak şimdi tamamlayabildim.)

Beyazın saflığının ve ferahlığının ruhumuzda da çoğalması dileğiyle... herkese sevgiler!

12 Haziran 2013 Çarşamba

dağ kekikli günler...

Bu postu Assos gezimizde toplayıp kuruttuğum mis kokulu dağ kekiğinin hakkını vermek amacıyla hazırlıyorum.Tam mevsiminde dalından koparıp mutfağıma dek getirebilmiş olmayı büyük şans olarak gördüğümü belirtmeliyim, öncelikle....

Kuruttum, istifledim ve zevkle tüketiyorum.

Hemen hemen her sabah sallama çayım var mesela...

Sallama adını verdiğim bu çayı kekik yapraklarının kurutulup ufalanmış hali ile değil, tomurcuklu halinin dal dal kurutulmuşu ile hazırlıyorum. Zira kekik toplarken yapraklı dalların yanı sıra, çiçek açmaya yakın tomurcuklu dallardan toplamaya da özen göstermiştim.... (fotoğraftaki en dostun elleri... o da kendi kekiğini toplamıştı aynı yöntemle...).

Aşağıdaki mis kokulu dağ kekikli çayı keyifle içmeyi hayal ederek... :)

Tomurcuklu dalları yanızca sallama çayımda değil, demlenmeye bıraktığım (bu fiili doğru mu kullandım bilmiyorum, "yıllanmak" da olmadı... sahi bir yağın aromalarla zenginleştirilip bekletilmesine ne demeli?) zeytinyağlarım için de kullandım.... yapraklı dallar ile birlikte...
Soldaki Ayvalık'tan getirilmiş, bir pazarcıdan satın aldığım sızma zeytinyağı... Sağdaki sızmayı  ise Assos gezimizde almıştım...

Assos yağı ilk günlerde böyle puslu iken... bir kaç gün sonra durulmuş olduğunu fark ettim...
Kekik aromalı zeytinyağlarım 1 ay kadar bekledikten sonra kahvaltı tabaklarında ve salatalarda afiyetle kullanılabilecek lezzete erişecekler... Şimdilik uykudalar...

Yapraklı dalları ise yemeklerde kullanmak amacıyla kuruttum... Kuruttuklarımı dallarından sıyırıp elimle ufaladım... Rondo kullanmayı tercih etmedim, parçalar iri olsun istedim.

Et ve sebze yemekleri başta olmak üzere... sofrada sık sık, keyifle tüketiyoruz.

Çünkü kekiğin pek çok yararı var.... (bakınız google)

Tüm bu yararlarına ilave, dağ kekiğinin ise doğal bir antibiyotik olduğu bilim insanlarınca ispatlanmış.

Bu postu bitirirken biraz kekik yolluyorum size... kokusunu derin derin içinize çekin... İyi gelsin!

10 Haziran 2013 Pazartesi

kaymaklı, kirazlı rulo

Kaymak sever misiniz?.. Peki kiraz?... Ya tatlı şeyler?...
Yanıtınız evet ise... ve dar vakitlerin insanıysanız... meşakkatli tatlıları hazırlamaya zaman bulamıyorsanız... İşte size kolay bir tarif. :)

Kaymaklı, Kirazlı Rulo

Malzemeler: (2 kişilik)
2 adet yufka
400 gr. kiraz
150 gr. kaymak
50 gr. süzme yoğurt ya da labne peynir
1 çorba kaşığı tepeleme toz şeker
1 yumurta sarısı


Yapılışı: Kirazları ayıklayıp yıkayın, ortadan ikiye bölerek çekirdeklerini çıkarın. Her yufkayı sigara böreğinde olduğu gibi sekiz eşit parçaya bölün... Labne peynir (ya da süzme yoğurt), kaymak ve toz şekeri iyice karıştırdıktan sonra yufkaların içine sürün. Geniş bölüme kaymaklı harçtan daha fazla sürün ve bu bölüme kiraz parçalarını yerleştirin... rulo şeklinde sarın.


Yağlı kağıt üzerine dizdiğiniz ruloların üzerine yumurta sarısı sürüp 180 dereceli fırında üzerleri kızarıncaya dek pişirin...
Hepsi bu kadar!


Ancak dikkat edilmesi gereken iki nokta var;
*Yufkaları sararken kenarların iyice kapanmasına dikkat edin. Aksi halde ısı ile yumuşayan kaymaklı harç eriyip dışarı akacaktır.
*Kaymaklı harç yumuşadığı için yerken hafif ılık ya da soğuk olmasına özen gösterin. Isıyla yumuşayan harç yeniden soğuduğunda katılaşıp ağızda daha dolgun ve daha hoş bir tat bırakıyor.

Ruloların bazılarını şeker koymadan denedim... O halini de çok sevdim... Hatta bundan sonra şekersiz halini daha çok tercih edeceğimi düşünüyorum...

Denemek isteyenlere şimdiden afiyet olsun! :)