24 Haziran 2013 Pazartesi

orman, deniz, piknik, boklu kebap - 23 haziran 2013

Bir parça yeşil -kesinlikle- iyileştiriyor beni.... Üstüne bir parça da mavi olunca keyfimi sormayın gitsin.

Çam ormanında denize nazır pikniğimizin 2013 yaz açılışını da yapalım istedik.
Oldukça sıcak bir gündü.
Bir haftadır böyle...
Yaşar Kemal'in "sarı sıcak" tanımlı günlerinden... Çukurova'nın kavurucu sıcağında tarlada iş gören yevmiyeli işçilerin sıcağa, tere, toza bulanmış hallerini vurgulayan yakıp kavuran günlerden...
Gelibolu'da -coğrafik yapısından dolayı- insanın yüzünü yalayıp geçen, yeniden yeniden gelen, zaman zaman hafif, zaman zaman etkili bir esinti var şansımıza. O da olmasa bu sarı sıcaklarda dışarı çıkmak akıl karı değil.
Akşama doğru... saatin 18.00 civarı olmasını bekledik yine de...

Günün büyük bölümünü evde geçirmekle iş yükümün hafiflediğini... tatil olmanın, tatilde evde gönlünün istediğini yapıyor olmanın, işleri daracık zamanlara sıkıştırmayıp keyfince yapıyor olmanın hazzını da yaşadım hem... Zira haftanın diğer altı günü oldukça yoğun ve yorucu geçmekte...
İyi geldi...
İyi hissettim...
İyileştim... :)

Konuya balıklama dalıyorum... ve soruyorum:
Siz hiç "boklu kebap" duydunuz ya da yediniz mi?
Çok şaşırtıcı di mi? çağrışımı nahoş hatta iğrenç olabilecek bir sıfatın bir yemek isminin başına gelerek onu tamamlaması... nimetin kutsallığına ters gibi...

İlk duyduğumda çok şaşırmıştım... Anlamı ile tanımı özdeşleştirdikçe ve yöre halkının dilinden sık sık gayet olağanmışcasına dinledikçe alıştım sonra...

Gelibolu'da sardalyanın içi temizlenmeden ızgara yapılmış haline "boklu kebap" deniyor efenim... :)

Sardalya Gelibolu'nun ünlü balığı... Temmuz ve ağustos aylarında yağ oranı en yüksek düzeye ulaşıyor ve ızgarası müthiş güzel oluyor. Izgarasını yerken derisinin kabuk gibi soyulup kolayca çıkması için de pullarının temizlenmeden yani balığın yıkanmadan pişirilmesi gerekiyor. Dolayısıyla içi temizlenmiyor, çünkü suyla temas edecek bu durumda... İç organları ile pişmiş olduğu için de bu haline "boklu kebap" deniyor.
Dilerseniz sardalyaları bir tepsiye dizip temizlemeden fırına da atabilirsiniz... Izgara olması şart değil.

Haziran sonu itibariyle sardalyalar epeyce bir yağlanmıştı... ve "boklu kebabı" gerçekten nefis oldu...

Yerken... derisini... tpkı bir yılanın derisini elbise misali tümden soyduğu gibi bütün bir kabuk şeklinde soyduktan sonra... çatal ve bıçak kullanmadan...baş ve işaret parmaklarınızla beyaz etini bel kemiğinden hafifçe çekip kaldırarak yemeniz gerekiyor. Bu yöntemle iç organlar bel kemiğine yapışmış vaziyette kalıyor ve yalnızca etini yemiş oluyorsunuz...

Izgara sardalyanın yanına gidecek en güzel salata ise yine yöre tabiriyle "domates salatası"...
İkisi başbaşa olunca başka da bir şey istenmiyor.

Bu hafta okuma eylemim için kendi kitaplığımdan Orhan Pamuk'un "Sessiz Ev" ini seçtim...

Üç ya da dört yıl önce uzun sürede kesik kesik okumuş, ancak bu parçalı okuyuştan tatmin olmamış, uzun yaz akşamlarında ve haftasonlarında bir kez daha okuma kararı almıştım.
Geceleri yatmadan önce yarım saatlik sürelerle okuyorum...

Kocacık balıkları pişirinceye dek 40 sayfaya yakın da okudum...epeyce bir yol katettim.

Karnı tok, sırtı pek piknik insanı daha başka neler yapar?
Bu sorunun cevabı  yaşla, zevklerle ve beklentilerle sınırlı elbette...

Bir ormandasın... Çam ağaçları ve oksijen...
Dokunup bir ağaca, mis havayı içine içine çekmek gerek... (kocacığın objektifine gülümseyerek...)

Sonra yürüyüp içerilere derinlikte kaybolmak gerek...

Bir de masmavi deniz var ki... Kıyısını boydan boya turlamak, iyot kokusunu mis mis içine çekmek gerek...

Günü yavaş yaşayınca tatili ta içinde hissediyor insan... Beynine taht kurmuş "ecek - acak" listen bir boşluk bulup benliğine dağılacak ve içini kemirmeye başlayacak kadar fırsat bulamıyor. Doğa ve yalnızca sen... Bir masalın içinde kayboluyorsun...

Ama gün bu kadarla bitmemeli...
Geceler uzun artık...
Ve boğazın karşı kıyısında, dağların arkasından gümüş bir tepsi gibi doğacak birazdan ay... Kayalar'da otomobili park edip Hamzakoy'a doğru şöyle bir uzanmalı...

Kocacıkla elele yürürken karşıdan gelen kalabalıktan, genç bir kız belki de genç bir hanım kopup önüme doğru gelip duruyor.
"Sizin blogunuz var mı?"
Kısa süreli bir şaşkınlıkla "evet" diyorum.
Devam eden bir kaç cümle ile ayaküstü tanışıyoruz. Sevgili Ankara Düşleri, Keşan'da askerliğini yapan kardeşini ziyarete gelmiş, Gelibolu'ya da uğramış...
Vedalaşıp ayrılıyoruz.
Akşam, perde perde inerken birazdan ay doğuyor...
Hanemize de (vatanımıza, milletimize) dileyerek..bu mübarek gecede bu olağanüstü güzellikteki doğumu seyre koyuluyorum...
İçimden geçen her şey iyiye ve güzele dair...

Hepsi ama hepsi nasıl iyi geliyor.


6 yorum:

  1. ay ne güzel bir piknik olmuş.dinlenebilmenize sevindim.ama ben temmuz doğumlu ve su kenarında yaşayan (ki samsunda oturuyorum)biri olarak kesinlikle bedenimin küçük bir parçasını bile olsa suyla temas ettirirdim.

    YanıtlaSil
  2. Seninle birlikte ben de ferahladım inan..Bu aralar ıskaladığım bir hayat görüyorum sadece, anlaşılamamış, belki de kendini anlatamamış, aahh aahh, çok karışığım bu aralar, senin bu görüntülerin iyi geldi biraz..

    YanıtlaSil
  3. Offff ne güzel orman ve deniz,ayrıca boklu kebap süper olur,İzmirdede çok yapılır,biz küçükken rahmetli babam yapardı yanınada kırmızı soğan çok güzel olurdu,Ankarada pek sardalya olmuyor olsada zaten eşim önyargılı davranıp kesinlikle tadına bile bakmaz:)

    YanıtlaSil
  4. ama ama çok güzel herşey ve imrendirici.. balıklar ve salata içim gitti..

    YanıtlaSil
  5. boklu kebabı bende gençliği Çanakkale'de geçen eşimden duymuştum ama yemedim doğrusu..Resimleriniz bu kalabalık şehirde çok iyi geliyor, sevgiler...

    YanıtlaSil