ramazan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ramazan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Haziran 2023 Cuma

yılbaşından bu yana...

 Sürekliliğini zaman zaman akamete uğratıp sonra hiç bir şey olmamış gibi yazmaya devam etsem de nurtopu gibi iki blogum var ve söz konusu blog sahipliği olunca sanki iki çocuğum varmış gibi hissediyorum. Birine yazıp diğerine yazmadığımda da için için suçluluk hissediyorum. İçimde bu his kabarıp köpürürken mantıklı yanım -ki kapladığı alan duygusal yanımdan daha fazladır- devreye girip pek mantıklı gerekçelerle içimi rahatlatma yoluna gitse de, kabartı ve köpürtü epeyce bir sönmesine rağmen yine de geriye kalan eser miktardaki halinden tamamen kurtulamıyorum. İç dünyam böyle bir ahval ve şerait içindeyken gelip bu bloguma da bir şeyler yazmak istedim. Spontan bir dökülüşle bu yazı nerelere dek gidecek bakalım görelim...

Son postumu 23 Aralık 2022 de yazmışım. Handiyse 2023 ten 6 ayı bulacak kadar bir zaman geçmiş. Yeni evimizi alıncaya dek geçici olarak taşındığımız evimizde yaşamaya devam ediyoruz. Çünkü evimiz henüz satılmadı. Zira bu işi profesyonelce yaptıklarını düşünüp satış eylemini kendilerine devrettiğimiz iki emlakçı da evi satmayı başaramadı(!) Meğer emlakçıların çoğunun bu hali onlar için büyük başarı imiş aslında. İçine girmesek bilmeyecekmişiz. Meğer uyanık emlakçılar "müşteri yok, kimse satın almıyor" diyerek evini satmak isteyenleri aylarca oyalayıp sonunda da "evinizi kimse almıyor, fiyatını kırın" diyerek ev sahiplerini kandırıp düşük fiyata ya doğrudan kendileri  alıyormuş ya da bir tanıdıkları aracılığyla dolaylı yoldan yine kendileri alıyormuş. Sonra da bir kaç ay bekletip üzerine  epeyce bir miktar ekleyip kendileri için satıyorlarmış. İki emlakçı ile çalıştık. İkisi de aynı karakterde çıktı. Dörder ay oyaladılar, sonunda ağızlarındaki baklayı çıkardılar. Birinin yüzüne, diğerine de telefonda ne nane olduklarını söyledik. Evimizi satamadan kendilerini başımızdan defettik. Birinci emlakçı satılamayan(!) evimize doğrudan kendi talip oldu. Hem de fiyatını epeyce bir kırarak. İkinci emlakçı ise deprem sonrası ev fiyatları aniden fırlayıncaya dek bir türlü müşteri bulamadı ama ne hikmetse fiyatlar artınca hemencecik birini buldu. O da artan rayiç bedeli üzerinden değil, depremden bir kaç ay önce belirlediğimiz fiyat üzerinden. Depremle birlikte dairenin fiyatı neredeyse bir milyon tl daha arttı. Ama emlakçı uyanıklık yapıp deprem öncesi fiyatla müşterisine(!) satış yapacak, belli ki sonrasında o bir trilyonu üzerine ekleyerek aradaki farkı kendine cukkalayacaktı. 

Şöyle ki; Adam çarçabuk müşteriyi(!) bulmuş, ama biz müşteri ile hiç tanışmadık, hiç konuşmadık, bununla kalmamış sözleşmeyi kendi kendine hazırlamış -ki ona böyle bir yetki vermemiştik- aylardır daireye doğru düzgün müşteri bulamayan adam günde kaç kez telefonla arayıp ısrarla gidip imzalamamızı istedi durdu. Meğer derdi bir an önce evi kapmak imiş. Allahtan piyasada neler olup bitiyor takipte olduğumuz için geç kalmadan uyandık. 

Dolayısıyla emlakçılara güvenimiz bir de değil tam iki kez sarsıldı. Üçüncü bir emlakçıya vermekten kaçındık. Bir süre mümkünse uzak duralım. Bir buçuk ay kadar önce internet ilanlarını kendimiz verdik. Tanıdıklara haber saldık. Bir de böyle deneyeceğiz. Ya da böyle de olmayacak da belki yine emlakçılara mahkum olacağız. İçlerinde işini Allah korkusuyla yapan birileri vardır da onlara denk geliriz inşallah. Var mıdır? Belki de emlakçılığın raconu bu. Hem alıcı hem satıcı müşterileri kazıklamak onların asıl işi. Kısa zamanda büyük kâr getirebilecek evleri biliyorlar ve satışına engel olup ucuza kapatarak büyük vurgunlar vuruyorlar. Belki de emlakçılık, satışlarda aracı olup üç beş komisyon almaktansa gerçekte bu. Bu denli çirkin bir iş! Bilemiyorum.

Zaten hukukun yargıçlık, hakimlik, savcılık, noterlik gibi mesleklerini sevmeme rağmen avukatlık mesleğini de tanıdıkça hiç sevmedim, bir de ona şimdi emlakçılık eklendi. Her eğitim-öğretim dönemi başlangıcında öğrencilerle tanışırken ne olmak istediklerini sorardım, ben de her öğretmen gibi. Doktor, mühendis, öğretmen ve avukat meslekleri en önde gelir. Avukat olmak isteyenlere " kolayca ve vicdanın rahatsız olmadan yalan söyleyebiliyor musun" diye sorarım. Çocuklar tabii ki, "hayır öğretmenim yalan söylemek çok kötü bir şey" türü şeyler söylerler. Peki senden bir katilin ya da hırsızın avukatlığını yapmanı isteyecekler. Sonuçta avukatlık kişinin işlediği suçtan ya da üzerinde oluşturulan şaibeden kurtulmak istediği için destek almak amacıyla başvurduğu bir meslek. "Sana suçsuzlar kadar gerçekten suç işlemiş kişiler de gelecek. Bir adam karısnı, çocuklarını katletmiş ama sana para verip senin kendisini mahkumiyetten az cezayla kurtarmanı isteyecek. Bu durumda sen de o katili savunmak zorunda, mahkemeye suçunu hafifletecek şeyler söylemek zorunda kalacaksın. Belki de çok fazla yalan söyleyeceksin. Belki de katilin öldürdüğü kişi tamamen suçsuz olsa da suçun bir bölümünü de ona isnat ederek katilin suçunun hafiflenmesine çabalayacaksın. Yani aslında sen belki de bazen kötülük yaparak para kazanmış olacaksın. Buna hazır mısın?" diye sorarım. Cevabını önemsemem ama çocuğun bu mesleği isteyip istememesini sorgulamasını sağlarım. Şimdi artık emlakçılık mesleğine dair de belli bir fikrim oluştu. Tüm emlakçılar değil elbette ama bazı emlakçılar paralarını yalanla-aldatmayla kazanma yoluna gidiyorlar demek ki. Her iki deneyimde yaşadığımız şey tam da buydu. 

Hayat her şeyi öyle altın tepside sunmuyor. Bir şeyleri elde etmek her zaman kolay ve çabuk olmuyor. Ama sonunda her şey olacağına varıyor. Biz de bu süreci sorun haline getirmeden akışına bıraktık. Sahip olduklarımızın değerini bilerek yaşamaya çalışıyoruz. Bazılarına uzanamıyoruz bile. Misal annemle babamdan ayrı ayrı zeytinlikler kaldı, ceviz ağaçları da... Ama bin kilometreden fazla uzaklıkta oldukları için ne gidebiliyoruz, ne görebiliyoruz. Oysa görmek, dokunmak, hasbihal etmek, ihtiyaçları karşılanırken-ürünleri hasat edilirken yanlarında olmak, bazı günlerimi benim diyebildiğim bir zeytin ağacının gölgesinde kitap okuyarak geçirmek isterdim. İnsan sahip olsa da bunların hiç birini yapamayabiliyor. O yüzden başımızı sokacak evimiz var mı var, tenceremizde çorbamız kaynıyor mu kaynıyor, kendimizi oyalayacak kadar yakınlarımızda da bir toprak parçamız var mı var, gerisi hiç önemli değil. Sağlık ve huzurdan gayrı şu dünyada ne önemli ki!

İnsanların katliamla, açlıkla, susuzlukla, vatansız kalıp sığınmacı olmakla veya kendi vatanında homeless olup evsizler-kimsesizler kervanına katılarak sınandığı şu dünyada başımızı sokacak bir evimiz ve ocakta kaynayan bir tenceremiz olduğu sürece dünyanın en şanslılarından olmasak da "şanslı azınlıklar"ının içindeyiz. Elhamdülillah! 

Buraya yazmayalı bir yılbaşı, bir ramazan ve bir bayram geçirdik. Yılbaşı kutlamalarını kendi öz kimliğimizin üzerine geçirilmiş ve bizi kendi kimliğimizden koparmak için kasıtlı olarak hayatımıza monte edilmiş bir araç olarak keşfettiğimden beri artık yılbaşı geceleri benim için bir anlam ifade etmiyor. Yeni bir yıla giriyor olmayı önemsiyorum ama. Geçip giden yılın muhasebesini yapıyor, gelecek günler için yeni kararlar alıyorum. Bu yıl için de vardı güzel hayallerim, bir kaçını hayata geçirdim, bazıları için ümitvarım ve beklemedeyim. İnsan ümit ettiği sürece yaşam daha anlamlı hale geliyor. Belki ben maneviyatı güçlü biri olduğum için böyle hissediyorum. Ümitlerimin tazelenmesini, onları gerçekleştirmemi sağlayan yaradanla daha da bir gönül bağı kurmayı seviyorum. Bu ramazan hayatımda bir ilki gerçekleştirdim. Tüm ay boyunca evimin yanındaki camiye teravih namazına gittim. Daha önce başka camilere bir ay içinde iki üç kez gitmişliğim olmuştu ama ilk kez bu yıl (iftara misafir kabul ettiğim ve iftara davet edildiğimiz dört akşam hariç) teravih namazlarımı camide kıldım. Öyle lezizdi, öyle güzel tat aldım ki bittiğinde hem üzüldüm, hem boşluğa düştüm. Gelecek ramazanı şimdiden dört gözle bekliyorum. İlk gittiğim akşam seccade ve tesbih götürmemiştim. Bir yanımdaki tanımadığım kadın seccadesini yan çevirdi, yarısını benimle paylaştı, diğer yanımdaki kadın tesbihini çektikten sonra (baktı ben parmaklarımla çekiyorum) tesbihini kullanmamı teklif etti. Reddetmedim, aldım bir kez de onun ikramı tesbihle yaptım tesbihatımı. Ne ki iyiliği yerine ulaşsın. Kimseleri tanımasam bile bir kaç akşam sonrasında selamlaşıp hal hatır sorduğum cami arkadaşlarım oldu. Tanışıklığımızı sonrasında da devam ettirdiğim yeni yeni arkadaşlarım oldu. Kadınlar kızkardeşti, candandı, yakındı. Ramazanın ortalarına doğru artık birbirimizi öyle benimsedik ki önce gelen diğerlerine yer ayırıyordu. Bir akşam ben yine boş yer bulmak ümidiyle oraya buraya bakınırken ve aslında her akşam yürüdüğüm hatlarda yürürken (seccade dışında kalan yerler) bir yer seçtim ve hem kendime hem arkadaşıma seccademi sererek yer tuttum. Alt katta kur'an okuyan cami hocasının sesini herkes huşu içinde dinlerken arkamdan bir el sırtıma dokundu ve azarlar gibi "geçerken neden bakmadın, seccademe bastın" dedi. Meğer duvar dibinde taburenin üzerinde ve tam da köşenin dönemeç yerinde oturuyormuş bu kadın. Namazını da taburede kılacağı için seccadesini ötelere, insanların yürüyeceği yere açmış. Benden önce başkaları da görmeden basmış. Ben daha bunları öğrenmeden kadının seccadesini açtığı yeri görünce , "yahu kim bile bile seccadeye basıp geçer, sen öyle bir yere açmışsın ki insanlar özellikle gelsin de bassınlar gibi" dedim. Kadın duraksadı. Sonra ileri gidip "gözünün önüne baksaydın" dedi. "Sen gözünün önüne baksaydın da herkesin gelip geçeceği köşe başına seccade açmasaydın" diyerek yüzündeki bet ve şeytani bakışın üstüne üstüne gittim. Sonra benden önce aynı duruma maruz kalan kadınlar dile geldiler. "Seccadeyi açtığın yer yol üzeri, hem seccadeni oraya açıyorsun hem de insanlara suç atıyorsun" diyerek destekleyici sözleriyle yanımda yer aldılar. Meğer kadın da  sevilmezin, nursuzun teki imiş. Hani kadın kadının düşmanıdır sözüyle yatıp kalkan kadınlar var ya, bu kadın o sözün hayatındaki gücünü cami gibi mukaddes bir yerde dahi kıramamış. Acıdım sonra, belki de bizler camide tanışıp bu kadar yakın arkadaşlıklar kuruyor iken o uzaktan bizlere bakıp kurtlanıyordu. Aramıza katılmaktansa tek tek canımızı yakmayı seçmişti. O kadın da yeryüzündeki benzerlerinden biri idi. Camideki  güzel anılarımın arasına o da ilişti. Hayat zıtlarla kaim değil mi? Blogumda da yer bulsun. Öyle "ben Allahın pek bir iyi kuluyum, karşıma hep iyi insanlar çıkıyor" diye kendine evliya-enbiya rolü biçenlere de örnek olsun. Burası dünya, iyisi de var, kötüsü de!

Bu bölümü okuyanlar, o kadını da yanınıza alıp iyilik gösterseydiniz gibi bir iyilik havariliğine soyunabilir. Ben o yaşları çoktan geçtim. Artık insanları olduğu gibi kabul ediyor, söyleyeceğim bir şey varsa söylüyor, daha da yanımda yöremde tutmayıp ruhumu yormalarına izin vermiyorum.

Ayrıca buraya neden mi yazdım? "Ben çok iyiyim, o yüzden Allah bana torpil geçiyor, heeeeep iyilerle karşılaşıyorum" zırvalarından kimse kendini kötü hissetmesin diye. Böyle diyen insanların hayatlarına ya yeni insanlar girmiyor, her zaman bir arada oldukları insanlar dışında başka insanlara temas etmiyorlardır ya da kendilerini avutuyorlardır. Hayatlarımıza çok fazla iyi niyetli insan girer ama tek tük de olsa kötü insana da rast geliriz. Bazı illerde-ilçelerde, bazı iş kollarında-sektörlerde, bazı sosyal sınıflarda-statülerde, bazı toplumlarda-ailelerde kötü insan sayısı iyilerden çok daha fazladır. Oralarda kötülüğe maruz kalma ihtimalimiz çok daha yüksektir. Sizin kötü niyetlilere rast geliyor olmanız, kötü biri olduğunuz için başınıza geldiğine kanıt sunmaz. İyilik yapan her zaman iyilik bulmayacağı gibi, kötülük yapan da her zaman kötülük bulmaz. Psikoloji bilimi de bunu vurgular zaten zaten. Doğrudan etkimiz dışındaki olaylar bizden kaynaklanmaz. 

Günümüz iletişim araçları insanın kendisini her daim eksik, her daim yetersiz hissetmesini dikte etmekte. Sosyal medyada herkes her an mutlu, hep iyi, hep dürüst, hep duyarlı, hep güzel, hep mükemmel, hep kusursuz. Sanki insanüstü varlıklar ve dünya dışı bir alemde yaşıyorlar. Sözü hâlâ bitirememiş olmamın sebebi de bu, etrafımıza örülmek istenip içinden çıkmamamız için çaba sarfedilen illüzyonun aksine gerçekleri olabildiğince dile getirmek gerek. Hiç kimse mükemmel değil, hepimiz bazı şeylerde az ya da çok  eksiğiz ve yetersiziz.

İyi ki ramazanda böylesi güzel cami atmosferi solumuş, ramazanın güzelliğini ruhumda hissetmişim. Yoksa gerçekten ramazanın geldiğini anlayamayacaktım bu yıl. Ramazan davulcusu yoktu mesela. Gelibolu belediye başkanı ödeme yapamayacağını söyleyerek davulcuların ramazanda davul çalmasını iptal etti. Sahurda uykularımızdan uyandıran davul sesini yaşamadık bu yıl. Ayrıca evimiz ilçe mezkezine uzak olduğu için top sesinden de mahrum kaldık. Yıllardır gümbür gümbür duyduğumuz iftar toplarını bu yıl hiç duymadık. Eve geçici olarak taşındığımız için duvarlarına zarar vermemek adına ramazan süslememi sehpa ve masa üzeri dekore etmekle sınırlandırdım. Taşınırken simli kartondan yaptığım fenerler bozulmuş çöpe atmıştım, yine bir taşınma daha sözkonusu olacağı için yeni hiç bir şey yapmadım. Olanları dahi kutularından çıkarıp kullanmadım. Dolayısıyla salondaki bir kaç detayın dışında ramazanı çağrıştıran cafcaflı şeyler de yoktu evde. Bol bol kuran okudum. Yine diyanetin sitesindeki mukabele videolarıyla hatim indirdim. Daha önce okumadığım isimlerden tefsirler ve mealler okudum, dinledim. You-tube da ramazan sohbetleri ve yurt içinden ve yurt dışından başka başka hafızlardan, hocalardan kuran dinledim. Defalarca yazmışımdır, şu hayatta en çok kuran ve ezan sesini, kuş sesini, bir de çocuk sesini seviyorum.  Kuran dinlemekle irtibatım sadece ramazanda değil, her fırsatta mutlaka youtube dan açıp açıp dinlerim. Ama ramazanda bu halime pik yaptırıyorum.

Ramazan bitmeye yakın bayrama bir kaç gün vardı ki salonun fransız balkonunun demirlerine takılı çiçekliğimize bir kumrucuk gelip yuva yapmış. Yuva yaptığını görünce hiç dokunmadık, bayram yakın olmasına rağmen camları dahi silmedik. Bazen yuvada hareket edip şöyle bir havalanıp yer değiştiriyordu, ilkin tek yumurta vardı. İki gün sonra ikinci yumurta göründü. Sonra üstüne kuluçkaya yattı. Ben böyle gidip gelip pencereden dikizlesem de ilk zamanlar farketmedim, meğer iki kumru varmış, biri anne diğeri baba, yumurtaların üzerine vardiyayla yatıyorlarmış. Süreyi tam bilmiyorum ama 20 gün, belki de daha uzun bir  zaman sonra ebeveyn kumru yuvadan kalkıp balkon demirine tünemişti ki yuvada iki tane çirkin mi çirkin, tüylü tüylü, topalak yavru gördüm. Defalarca anne ile babanın bu yavruları besleyişlerine tanık oldum. Her fırsatta da instagram hikayelerimde paylaştım. Yavrular ilk sarı tüylerini döküp kanatlanmaya ve büyümeye başladılar. Ebeveynleri de onları yuvada daha uzun süre yalnız bırakmaya başladı.Bir sabah kalktım baktım ki yavrular yuvada yok. Biri daha hareketliydi acaba yuvadan düştüler mi dedim. Balkon fransız balkon olduğu için küçük. Çiçek saksılarım var. Saksıların sağına soluna baktım. Biri orada. Eşim geldi iyi ki, aldı hemen yuvaya koydu. Ben yapamam. Evet... o kadar kırlara çıkıyorum, doğadaki güzel şeylerin yanı sıra pis şeylere de rast geliyorum. Kazara köpek kakasına mı bastım o ayakkabıyı çöpe atarım, eldivenle de olsa asla temizleyemem, yıkayamam. Eşim atacağımı bildiği için alır kendi yıkar. Bu yavruyu da alıp koyamazdım sanırım. Neyse ki geldi aldı ve yuvasına koydu. Ama içim rahat etmedi, elime eldiven geçirip poşetleri alıp doğru aşağı indim. Apartmanın etrafını dört döndüm. Diğer yavrudan iz yoktu. Merdivenden inerken "almalısın Ruşi" diyerek adımlıyordum merdivenleri. Yok... Bulamadım. Ne olduğunu anlayamadık. Yavrulara ya da yuvaya insan eli değince ebeveyn kumrular yavrularını açlığa terkedebiliyormuş. Allahtan kısa bir süre sonra ebeveynlerden biri geldi. Yavrunun üstüne yattı. Akşam bir ara anne-baba yoktu, yavru yuvada tekti. Anne-baba gelinceye dek pencere kenarından ayrılmadım, bekledim. Artık hangisi bilmiyorum, hanfendi mi beyfendi mi, biri geldi de kendi hayatıma dönebildim. Ertesi gün ebeveynler yavruyu uzun süreli yalnız bırakmadılar. Ama akşam olunca bir baktım yavru yuvada yine yalnız. İşimi gücümü halledip pencere nöbetime yine başladım. Hava karardı, saat sekiz oldu, dokuz oldu, on oldu... O gece saat 1e dek gözümden uyku akarak bekledim. Gelmediler. Gittim yattım. Ertesi sabah uyandım ki yuva bomboş. O da yok olmuş. Eşim gece baykuşların ava çıktığını, bir baykuşa yem olmuş olma ihtimalinin yüksek olduğunu söyledi. Kargalar da belki olabilirmiş. Veya martılar... Hangisi yaptı ise, gözümüzün önündeki yavrular yok oldu, gitti. Üzüldüm. Alışmıştım. Yuva boştu. Çiçekliği çıkarıp içindeki saksıyı atmak gerekiyordu. Kuş kakalı olduğu için yapamazdım. Bu pis işi de eşim halledecekti. O akşam için geçsin yarın yaparım dedi. Ertesi sabah perdeyi açtım ki, başka bir kumru gelmiş yuvada yatıyor. Meğer kumrular diğer kuşların yuvalarına rahatlıkla yumurta bırakır, başkalarının yuvasını kendilerine yuva yaparlarmış. Canlı canlı örneğini gördük. Bu kez de yine aynı "yuva yıkanın yuvası olmaz" sözü dilimizde yankılanıp alıkoydu bizi. Yine camları silemeden, o pencereyi kullanamadan bir on beş - yirmi gün daha bekledik. Yine önce tek yumurta göründü. İki gün sonra bir yumurta daha geldi. Kuluçka süresi bittikten sonra da 2 gün arayla mini minnacık iki yavrucuk doğdu. İlk iki yavruyu ilk görüşümüzde bunlardan daha büyüklerdi. Demek ki onlar yumurtadan çıktıktan sonra annelerinin altında büyümüş biz günler sonra görmüşüz. Bunları doğdukları gün, hatta ikinci yavruyu başını yumurta kabuğundan çıkarırken gördüm. Annesi yardım etti ve kırık yurmurtayı gagasıyla alıp yzak bir yerlere taşıdı, muhtemelen attı. Bu mini minnacık yavrular dünyaya geleli henüz üç gün olmuştu ki bir sabah erkenden salonda pc de öykü yazıyordum. Öykünün de içine öyle düşmüştüm ki zihnim yazdıklarımla meşguldü. Pat pat bir kanat sesi duydum. Baktım anne (belki de baba) balkon demirinde duruyor. Önceki ebeveynler sabah balkon demirine geçip yuvadaki yavruları yalnız bırakıyor, güneşle ısınmalarını sağlıyorlardı sanırım. Belki de d vitamini almalarını... Çünkü bu duruma çok şahit olmuştum. Bu ebeveyn de şimdi aynı şeyi yapıyordur diye, kalkıp da bakmadım, öykümü yazmaya devam ettim. Bir kaç dakika sonra yine bir pat pat kanat çırpma sesi oldu. Kalktım bu kez, yuvaya baktım, yuva bomboş. Ah yine çiçek saksılarının aralarına bakınmalar, yine eldiven poşet alıp apartman etrafını kolaçan etmeler. Yok, gözümüzün önünden tek tek yok oldu yavrucaklar. Annesi sanırım, ebeveyn kumru da gelip bir dönüp yuvaya bakıyor bir dönüp bana bakıyor. Ah yine üzüntü. Eşim uyandı, hemen daha o an çiçekliği çıkardı, saksıları çöp torbasına attı. Oraları temizledi. İkisi de hüzünle sonuçlanan kumru yavrulama macerası da böylece sona erdi. En çok da bu hayvancıkların koskoca ilçede ya da bizim oturduğumuz semtte yavrulayacak bir yuva bulamayıp bizim balkon demirindeki çiçekliğe muhtaç kalmış olmaları beni hüzne garketti. Sonra yavruların yok oluşunu hatırlayıp daha da üzüldüm. Hasılı, giden yavrulara mı üzüleyim, ebeveynlerin daha korunaklı bir yer bulup oraya yumurta bırakamayışlarına mı, bilemedim.

Buraya post yazmama sebeplerimden biri de fotoğraf makinemi artık yanımda taşımıyor oluşum. Telefonla çekilenlerin kalitesi çok düşük. Ama koca makineyi çantada taşımak, her an çıkarıp yeniden yerine koymak büyük külfet. Yaşlanıyorum artık. İlçe merkezine gidiş gelişlerimi yürüyerek yapmaya çalışıyorum. Ki spor olsun bana. O yüzden en küçük ebattaki çantalarımı alıyorum yanıma. Kırlara çıktığımızda da bazen yanımızda götürdüğümüz makineye sıra gelmiyor. İnstagramın hikayelerine de eklediğim için çoğu zaman fotoğraf dahi çekmeyip yalnızca video çekiyorum. Bazen de habersiz çekiliyorum böyle. Saçım bu halinden biraz daha uzadı. Ve ben böyle pamuk teyze oldum.


Yaz gelmeden ördüğüm ama ördükten sonra havaların epeyce bir ısınmasıyla da hiç giyemediğim hırkamı da paylaşıp bu postu bitireyim şimdilik. Gerçi onun da net ve tam bir fotoğrafı yok ama olsun, bu blogum el işlerimi de arşivlediğm bir yer sonuçta. Gelecekten bugünlere dönüp baktığımda hatırlayacağım hoş bir anı olsun. 

Örmeyi de gerçekten özlemişim. Başlayıp bitirmem on gün dahi sürmedi. 

Kağıtlarla, kartonlarla bir şeyler kesip yapıştırmayı seviyorum ya, şimdilerde hobilerimin arasına junk journal da eklendi. Henüz bir kaç sayfa yaptım. Biraz daha mazleme tedarik  edip tarzımı oturtayım ondan fotolar da paylaşacağım burada. Buraya dek okuyan herkese zaman ayırdıkları için teşekkür ediyor, güzel günler diliyorum. Buluştuğumuz nokta ne şuculuk ne buculuk, yalnızca vatan olsun!




30 Nisan 2022 Cumartesi

the days in ramadan-3 / ramazanlı günler-3

Yarın Arefe... Ve her güzel şey gibi Ramazan da bitiyor. 

Hani dillere pelesenk olmuş "nerede o eski ramazanlar" sözüyle eski ramazanların heyecanına ve sevincine duyulan özlemler havada uçuşur, günümüz ramazanlarının artık heyecansız ve sevinçsiz olduğu vurgulanır ya, benim bu yılki ramazanım tıpkı çocukluğumda olduğu gibi heyecan ve sevinç yüklü bir ramazan oldu. Bunu taaa içimde hissettim. :)

Tamam.. o ramazanlardan bu ramazana ne zaman, ne mekan, ne de karakterler aynı değil... Tamam.. yitip giden çok şey, çok kişi var... Tamam.. bazen özlem depreşip burukluğa kapı açıyor ve o kapıdan palas pandıras giren burukluk her güzel şeyin önüne geçmek için can atıyor... Tamam.. hüzünlü anılar oradan buradan çıkıp zihnine doluşuyor... Tamam.. bir yanın yaprak dökmeye başlıyor... Tamam.. evdeki sesler uzun zamandır kocacıkla ben yani en iyi arkadaşı birbiri olmuş edi ile büdüden ibaret... Tamam.. maskeler kalksa da izole günler sona ermedi henüz... Tamam.. çok şey eksik, çok şey kayıp... Yine de bir şey gelip hepsinin önüne geçti, beni de kendine çekti ve içimdeki heyecanı da sevinci de hep diri tuttu. Dolayısıyla gidiyor olması karşısında, sohbetine-muhabbetine doyamadığım bir arkadaşımla yeterince zaman geçirememiş de erkenden ayrılıyormuş gibi hissediyorum. Keşke en az iki-üç ay filan olsaydı Ramazan...

Bu post da güle güle postu olsun o zaman... :)

Öncelikle belirtmeliyim ki, ramazan süresince hissettiğim tüm olumlu duygular üzerinde evimi cıvıldatmış olmamın da etkisi var kuşkusuz... Hele de 2,5 yıldır pandemi sebebiyle kimseleri konuk edememiş, evdeki her şey sanki unutulmuş gibi yerli yerinde kalmış iken, gelecek olan bu yeni misafir için günler öncesinden beni alan heyecan çok etkin, çok teşvik edici idi. İstedim ki evin her tarafını süsleyip püsleyeyim, ışıl ışıl ışıldatayım, pırıl pırıl pırıldatayım. :) Bu minvalde üretimler yapıp dekore ederken ben de ışıldadım, ben de pırıldadım. :) Paylaşmadığım bir kaç şeyi daha paylaşarak bu postla da ramazanlı günler serimi tamamlayayım. Bu heyecana bu sevince bir nebze de olsa sizleri de ortak edebilmişimdir umarım.

Orta sehpamın ramazan dekorunu paylaşmamıştım bu ana dek. Altın renkten, simlerden orta sehpam da nasibini aldı. 



Ayaklı cam mumlukların içini ve dışını süslemenin dışında sehpa için fazla da bir şey yapmadım. Diğer şeyler kışın kapısından pandemi korkusuyla girip raflarını alelacele taradığım ıvırzıvırcıda bulduğum hoş şeyler. Özellikle led mumlara bayıldım. Ellerinde olan tüm mumları (6 adet) hemen satın aldım. Hem de çok çok ucuz bir fiyata... Meğer deve formundaki mumluklar da, altın ayaklı uzun beyaz led mumlar da yıllardır ellerinde duran şeylermiş. Alıcısı çıkınca sevindiler resmen. Ama ben onlardan daha çok sevindim. Bu arada, ayaklı cam mumlukların üzerindeki fiyonklar da kızımın küçüklük tokalarından... Üstlerindeki süsleri çıkardım, altın renkli sutaşından yaptığım fiyonk üzerine oje ile boyadığım yıldız çıkartmaları yapıştırdım. Uyumu yakaladım. :)

Altın renge boyadığım kuru dalları geçen yıldan bilenler vardır. Geçen yıl üzerlerinde yalnızca minik minik kuşlar vardı. Bu yıl hem büyük kuşları da ekledim, hem de renkli kağıtlardan yaptığım yıldızları da astım..

 Yıldızların sapları altın renkli su taşından... Fiyonk için denediğim kurdelaların hiç biri hoş durmayınca, en sevdiğim makarna olan fiyonk makarnadan birini alıp altın renge boyadım ve üstüne tuttum, "ah, meğer aradığım şey buymuş" diyerek, fiyonklarını makarnadan yaptım. :)

Yapmak isteyenler için yıldızların yapılış videosunu aşağıya ekliyorum. (1.30 dakika sonrasında...)

Ramazanla ilgili çok fazla çıktı aldım. Bir çoğu zaman bulamamamdan ya da kullanmak için henüz uygun yer bulamamamdan dosyada kaldı. Saklıyorum, nasipse seneye kullanmak istiyorum. Bu çıktıyı da bu çerçeve içine yerleştirerek dekora hemen şipşak dahil ettim. Çerçeve ile içindeki renklerin uyumunu çok sevdim. (Normalde koyu renk olan yerler siyah renkte, fotoğrafı editlerken gölgeleri açtığım için oralar da açıldı.)

Şimdi farkettim kapı süslerimi fotoğraflamayı unutmuşum... Merak edenler instagram hesabımda geçen yıl paylaştığım reels videomda görebilirler. Bu yıl gümüş renkliyi dış kapıda, altın renkliyi de oturma odamızın kapısında kullandım. Geçen yıl da ramazan için hazırlamış olduğum "advent calendar"ımı fotoğraflamayı unutmuştum. Bu yıl neyse ki unutmadım. :)

Türkçede bir adı var mı bilmiyorum, ben "gerisayım takvimi" dedim, google "varış takvimi" diye çevirdi ama her ikisi de kulağıma yerinde bir tanım gibi gelmedi. 

Simli kartonlardan minik uzun zarflar yaptım, kapak kenarlarını simli dantelle süsledim, her birine 1 den 30 a dek rakamlar yapıştırdım. Kapaklarını ince kurdelaları deliklerden geçirip fiyonklayarak  tutturdum. O kurdelalar da yıllardır giysilerden kesip sakladığım askı kurdelaları... (Ivırzıvırseverlik bunu gerektirir. :) )

İçlerinde arapça okunuşu ile birer sure ve birer de Türkçe dua var. Geçen yıl "advent calendar"ımı hazırlarken arapça okumayı yeni öğrenmiştim ve bu sayede her gün pratik yapma şansı bulmuştum. Bu yıl da Kur'an ı hatim amacıyla arapça okumama rağmen her gün yine bu zarflardan arapça sureleri ve beraberinde Türkçe duaları okudum. Hem bu vesileyle ramazan ibadetlerime ayrı bir etkinlik eklemiş oldum. Hem de her gün geriye kaç gün kaldığını hiç unutmadım. :) Her gün birini açıp karşıma hangi surenin, hangi duanın çıkacağını beklemek heyecan verici ve sevinçliydi. Önümüzdeki yıl belki daha farklı bir advent calendar hazırlarım.


Bu yıl ramazanı doya doya yaşadım. Benim için hoş geldi, güle güle gitsin. Gelecek ramazanlarda dilerim bu hoşluk daha da katlanarak artar ve blog aleminde bu hoşluğu yakalayan daha nicelerinin sevinçleriyle birlik olur hep birlikte seviniriz. Meğer böylesi kitlesel bir sevinçten ümmet olarak uzak kalmış, mahrum bırakılmışız. Bu yaşımda bunu da keşfettim ve farkettim. Ama buldum. Hayatıma hiç kopmamak üzere ramazan sevincini eklemledim, sahiplendim. Şükür, sonsuz şükür!

Herkese şimdiden şeker tadında güzel bir bayram ve sevgiler...

22 Nisan 2022 Cuma

the days in ramadan-2 / ramazanlı günler-2

 

Bukowski'nin de dediği gibi "bazı anlar hakkında yazmaya bile değer". Benim için ramazanlı günler de öyle... Ama istediğim sıklıkta yazamadım maalesef. Dün ne yapıp edip fotoğraf makinemi aldım ve günlük işlerimin arasına bir kaç "click" sıkıştırdım, gece sahura dek bir kaç fotoğrafı seçip editledim. Bu akşam da fırsat bulmuşken bir postla bloguma sabitleyeyim ve bu postumu da hazırlayınca pek bir mutlu olayım. :) Yalnız editlerken fark ettim ki fotoğrafını çekmeyi unuttuğum bir kaç şey daha olmuş. Belki bayramdan önce onlarla da bir post hazırlarım. Yani umarım...


Salonun hemen hemen her tarafı cıvıldayınca oturma odamızdaki cıvıltıyı tv ünitesi ile sınırlandırdım. Simli pembe kartondan flamamın ana parçalarını kestim. Üzerlerine çıktı aldığım çiçekli ve altın renkli harfleri yapıştırdım, altın renkli ince kurdelaya dizdim, hayalimdeki ramazan flamasını (bunting) yaptım. 


Televizyonun önünde boydan boya minik biblolarım, çerçevelerim vesaire vardı, hepsini kaldırdım ve yapay pembe çiçeklerle o boşluğu tamamen doldurdum, pembe kuşumu da ortasına koydum. İki kenarına yine simli kartondan yaptığım iki ayrı feneri konuşlandırdım. (Önceki postlarda paylaştığım karton fenerlerin içinde cam kavanoz ve cam bardak vardı. Bu fenerlerin içine altın renkli simli kartondan rulolar yaptım, onların üzerini eşit aralıklarla kestiğim simli pembe kartonla kapladım. Yapılışıyla ilgili videoyu şurada paylaşmıştım.) Aralardaki açık bölümlerde (raf mı demeliyim bilemedim) bulunan diğer biblo ve çerçeveleri de kaldırarak görüntüyü sadeleştirdim. Geniş olan boşluğa geçen yılın ramazanında salonumun orta sehpası için hazırlamış olduğum meyveliği koydum. Bu meyvelik çocukluğumun meyveliği, annemden ve çocukluğumdan hatıra... gümüştü ama ben onu bir kaç yıl önce beyaza boyamıştım, geçen ramazanda da kenarlarına altın renkle rötüş yapmış üzerine de ara ara altın sim serpiştirmiştim. Anılarımdaki nesneleri hayatımın içine katmayı seviyorum.

Fenerin desensiz camına da tıpkı pencere camlarında yaptığım gibi çıktı alıp silikonla yapıştırdım. Bu şekilde yapıştırmak cam yüzeylere hiç zarar vermiyor ve yapıştırılan şeyi yüzeyden ayırmak çok kolay oluyor.



Ramazan süslemelerimden üst katın minik antresi ve merdiven trabzanı da nasibini aldı.


Aslında trabzanı süslemek gibi bir niyetim yoktu. Ama evde eskilerden kalma kullanılabilirliği yüksek olup da atıl vaziyette duran süsleri görünce "bunları da trabzanda kullanayım bari" dedim. :) Ortaya böyle bir görüntü çıktı. Her akşam uyumak için yatak odamıza çıkarken bu cıvıltıyla karşılaşmak da sonra çok hoşumuza gitti. Önümüzdeki yıl sanırım cafcaflı bir şeyler düşüneceğim burası için. Sabah uyanıp merdivenlerden inerken toplara pıt pıt dokunup öyle iniyorum. O pıtlarla birlikte içime de neşe doluyor pıt pıt... :)

Beni yıllardır blog aleminden tanıyanlar biliyor, kartondan kuş evleri yapmaya bayılıyorum. Bu kez de ramazan sembollerinin başlıcalarından biri olan fener yapayım ve hatta biri de kuş evi gibi çatılı matılı bişey olsun istedim. Yerde duran büyük fenerin iskeletini, kantinden aldığım bisküvi kutusunun dış hatlarından kestim... İçinden çıkan parçalardan da soldaki yol yönergesi üzerindeki çatılı feneri (lambayı mı demeliydim?) yaptım. Dışlarını gümüş renkli simli kartonla kapladım. Gümüş dantel ve taşlı süs ile  kenarlarını süsledim. Simli kartondan eşit uzun parçalar keserek boşluklara çapraz şekilde yapıştırdım. Led mum ve led ışıkla aydınlattım. Yol yönergesinin ana gövdesi ise streç filmlerden arta kalan iki boş rulo... İkisini birbirine koli bantı ile yapıştırdım, üzerini simli kartonla kapladım. Yön işaretleri yine koli kartonları üzerine yeşil sim karton kaplama... Ahşap harfleri ucuzlukçudan almıştım, bronz renge boyadım... Ayak görevi gören bölüm ise kırılmış olan mumluğumun alt parçası... onu da gümüş renge boyadım, hayatın içine kattım. Her anlamda geri dönüşüm adına bence hoş bir üretim oldu. Çünkü çok sevdim.

Hayatımı ve yaşadığım alanları neşelendirmeyi seviyorum. Onlar neşelendikçe ben de neşeleniyorum. Kudüs halkı da İsrail'in onca zulmüne rağmen her ramazan yaşadıkları Eski Kudüs bölgesinin daracık sokaklarını ışıklandırıyor, süslüyor, bir nevi neşelendiriyor, kendileri de neşeleniyor. Bu onlar için hem hayata karşı yılmaz-küsmez bir duruş, hem de yaşadıkları onca zulme ve İsrail postalları altında geçen ömürlerine rağmen dünyaya karşı devrimci bir duruş. Sineye çekip kahroluncaya dek her şeye rağmen hayata da dünyaya da nanik yapabilen insanları seviyorum. Bu sebepledir ki, birileri "savaştan kaçan Suriyeliler Türkiye'de sefa sürüyor" dediğinde, aslında onların sefa sürmediğini, onları yıldırmaya çalışan dünyaya karşı meydan okuduklarını görüyorum ben. Sızlanıp ah vah edenleri zavallı bulurum, aslolan ne kadar göğüs gerebildiğindir hayata karşı ve onun seni değil, senin onu nasıl alt edebildiğin!... Hele de düşmanın insansa!..

Hadi bu postta da Filistinli müslümanların ışıldattığı Kudüs sokaklarına gidelim... (Fotoğraflar instagramdaki @aya.amiin hesabından... Daha fazlasını anasayfasında ve hikayelerinde bulabilirsiniz.)





İki post önce Singapur sokaklarındaki süslü ramazan taklarını paylaşmıştım. O günlerde bu ramazanın tak süslemesi henüz paylaşılmamıştı. Sonunda paylaşıldı ve en net ve çekim açısı en güzel olan fotoğrafları blogum için seçtim. Üç fotoğraf da instagramdan... İlki stanley_chee hesabından, ikinci ve üçüncü ise yine diğerlerini aldığım drjj55 hesabından...  Singapur'da Geylang Serai adında yiyecek üzerine büyük bir çarşı-pazar var. Bu civarda müslüman Malaylar çok yaşıyor ve  yetkililer her ramazan bu çarşıyı da, yakınındaki caddeleri de ışıklandırıp süslüyorlar. 

Bu tak da çarşının yanındaki ana caddeye kurulan en özel ramazan süsünü taşıyan tak. Bu gündüz görünüşü...

Bu da gece görünüşü... (İç taraftan çekilmiş.)

Bu ise bir üst geçit... Arkası yukarıdaki takın arkasında olduğu gibi süslemeli-ışıklı taklarla devam ediyor... 

Gitmediğimiz, görmediğimiz yerleri evimize getiren internete teşekkür ederek bu postu bitireyim artık. :) Hayat öyle ya da böyle geçip gidiyor, önemli olan onu nasıl yaşadığımız... Sağlık, huzur bizimle olsun yeter ki... Gerisi elde olanın değerini bilmek... 

Yeni bir postta görüşünceye dek herkese güzel günler, sevgiler...

8 Nisan 2022 Cuma

the days in ramadan-1 / ramazanlı günler-1

Ramazanın ilk haftası bitmek üzere. Günler benim için yine jet hızıyla geçmeye başladı. Anlayamadığım bir şekilde bir koşturmaca içindeyim. Gün boyu yapılacak şeyler sıraya dizilmiş vaziyette ve birinin zamanlamasını aksatacak olsam diğerleri de aksayacak, hatta bazılarına hiç zaman bulamayacak gibiyim. Bu postu hazırlamak için de ancak gecenin yarısı bir zamanı bulabildim. Şu an yaptım yaptım, yoksa hangi vakti bulur yapabilirim kestiremiyorum. Çünkü diğer blogumdaki aylık dökümümü dahi henüz zaman bulup yapamadım. Buradaki postlarım ramazanla ilgili olduğu için kapsamındaki ay içinde paylaşılsın diye de diğer blogumun sırasını ve zamanını çaldım. 

Ramazan süslemelerimle devam edeyim o halde. Hatırlarsanız iki post önce, geçen yıl yaptığım ramazan karşılama kekimin şaşaalı süsünün evveliyatından ve bu yıl için planımdan söz etmiştim. İşte çubuklara takılı o "hoşgeldin ramazan" yazısını bu yıl yeniden flama olarak kullandım ve penceremin yarım tül perdesine iliştirdim. Perdeyi ve camın açıkta kalan bölümünü de cıvıldatmayı ihmal etmedim. 


Bu arada kek demişken bu ramazanın yapılmayan kekine de açıklama getireyim. Her ramazan farklı farklı yaptığım ramazan karşılama keki için bu yıl Sevgi'nin limonlu kekinden yapmak istiyordum. Misket limon bulamamış olmam önemli bir handikap olmakla birlikte, evde de tatlı-kurabiye türünde o günlerde epeyce yiyecek olunca kek yapmaktan vazgeçtim. Bir yıldır hiç kek yapmamıştım, hevesle-sevinçle yapacaktım. Belki o sevinci bir sonraki ramazanı beklemeden iştahla istediğimiz bir zamanda yaparım. Bu yıl kekimiz olmadı yani. Kekimiz olmasa da sevincimiz, neşemiz baki. :)

Ben mesela ramazan için günler öncesinden yapmaya başladığım süsleri yaparken de dekore ederken de çocuklar gibi hep şenim. Üşenmedim pencere camını dahi süsledim. 

Siz de yapmak isterseniz nasıl yaptığıma dair biraz bilgi vereyim: Resimleri belirledim, çıktılarını normal A4 kağıtlara aldım. Tek kat ince olacağı için pritt yardımı ile ikinci bir boş kağıda resimleri yapıştırdım. Sonra etraflarını makasla oydum. Cama sıcak silikonla (hemencecik minik bir - iki damla damlatarak) tepelerinden yapıştırdım. Sıcak silikon camdan çok kolay çıkabilen bir madde. Çift taraflı bantlar ise camdan çok zor temizleniyor. Pratik yolu seçtim. Dilerseniz reklam-tabela-afiş vb. işleri yapan dijital grafik tasarımcılara  arkası yapışkanlı sticker tarzında bastırabilirsiniz. Ama muhtemelen onları temizlemek de zor olacaktır. Hem çıkarırken yırtılma ihtimalleri var, bir sonraki yıl için kullanmak istediğinizde hırpalanmış olabilirler, ayrıca çıkarınca yapışkanlı olarak saklamak zor olur. Silikonlu bu yöntemi çok daha kolay buldum. Ay ve yıldızlar ise geçen yıl parlak kartondan makasla kesip hazırladığım süsler. Onları da aynı yöntemle tutturdum.



Diğer süsleri de perdeye minik çengelli iğne ile tutturduğum için tüm bu süslerimi gelecek yıllarda da kullanabilirim. 


Gerçi süslerimin hepsini tek kullanımlık yapmamaya özen gösteriyorum. Her yıl ve yılın farklı zamanlarında da bazılarını kullanmak istiyorum. 

Aşağıdaki tepsi için altın simli kartonla bir ramazan davulcusu figürü yapmak ve evlerin yanına kondurmak istiyordum hâlâ zaman bulabilmiş değilim.


Farkettim ki, aklıma üşüşen ramazan süsü projelerimin tamamını gerçekleştirebilmek için taaa aylar öncesinden başlamalıymışım. Çünkü yapmak isteyip de yapmaya zaman bulamadığım şeyler oldu. Yine de bazılarını bu yıl için gerçekleştirebildiğime seviniyorum.


 Nereye baksam altın renkler, ışıltılar, pırıltılar... İçim de öyle ışıl ışıl, pırıl pırıl vesselam. :)


Bazılarınız geçen yıl kur'an ı arapça okumayı öğrendiğimi biliyorlar. Diyanet'in pandemi süresinde açtığı online kurs sayesinde öğrenmiştim. Mukabeleyi de hocamızla zoom üzerinden yapıp hatimlerimizi online indirmiştik. Bu yıl yüzyüze topluca okumaya geçiş yapıldı ama ben risk almak istemedim. Diyanet'in internet sitesinden mukabele bölümündeki cüzlere tıklayarak, hatmimi kendi kendime indiriyorum. Belki son secdeler ve hatim duası için bir kez olmak üzere evimin yanındaki camiye gidip kalabalıkla birlikte yaparım, belki de yine risk almaz onu da kendi kendime yapmayı öğrenirim. Şimdilik bilmiyorum.


Mukabeleyi evde kendi kendime yapmam da şu açıdan iyi oldu. Bazı sabahlar iki cüz birden okuyorum. Salı günleri ise pazar alışverişi, yıkama-ayıklama-saklama gibi detaylı işlerden dolayı bir cüz okumaya dahi zaman bulamıyorum. Çift cüz okuduğum günlerle neyse ki ileride aksamalarım olursa telafi etme şansım var, fazla okumalarla da zamandan tasarruf edebileceğim. Hatmi çok daha önce indirme gibi bir avantajım var dolayısıyla. Hoca eşliğinde olsa idi böyle bir düzenim olmayacaktı. Böylelikle başka ibadetlere ve okumalara da şimdikinden daha fazla zamanım olacak.


Tabii bir de mutfak kuşuna dönüşüyorum bu ay... Bir bakıyorum, onu yap bunu et, onu pişir bunu taşır derken saatlerim mutfakta geçmiş. :)

Mutfak derken.. eve gelen pidenin kese kağıdına vurulur mu insan? Hayatımda gördüğüm en tatlı pide kağıdı. :)

Bir buçuk saat sonra ramazan davulcumuz geçecek ve ben hâlâ bu postu bitirebilmiş değilim. :)

Son iki postta ABD Michigan ve Singapur'dan ramazan süslemeleri ve  ışıltıları paylaşmıştım bu postta da ülkemizden paylaşıp öyle bitireyim artık... Şekerci Cafer Erol'un pek cici şeker-çikolata dükkanlarını görmüş ya da duymuş olanlarınız vardır. İstanbul'un pek çok semtinde şubeleri var, bazı büyük illerde de... Kadıköy şubesindeki binasını yeni yıl, sevgililer günü gibi özel günlerin dışında ramazanda da kocaman kocaman süslüyor ve ışıklandırıyor. Henüz kendi gözlerimle görme fırsatı bulamadım ama internet sağolsun görmediğimiz yerleri gördürüp gitmediğimiz yerlere götürdüğünden, kanlı canlı görmüş gibiyim. :)

Bu 2019 yılındaki ramazan temalı süslemeleri... (İlk fotoğraf instagramdaki didoshada isimli hesaptan, ikincisi ise tisette'den...)


2020 de pandemi sebebiyle zorunlu olarak evlerde kaldığımız için o yıl süslememişlerdi. 2021 de ise böyle oldu. (Fotoğraflar yine instagramdan nurkocakofficial hesabından...)


Bu yılın süslemesi ise böyle... (Fotoğraflar yine instagramdan su_solak ve timucinstravelalbum hesaplarından)


Her üçünü de sevdim. Ama en çok 2019 yılının süslemesini sevdim. Başka başka dükkanlar, mağazalar da örnek alır, bu cıvıltı yayılır, çoğalır belki. Hem o zaman başkalarının ışıklarıyla değil, kendi ışığımızla aydınlanırız, ne dersiniz?! Işığın kimden ve nereden geldiğini keşfetmek mühim mesele. Hayattan aldığım onca yaştan sonra bunu da öğrendim! (Öğrenmenin yaşı var mıydı? :) )

Yeni bir ramazan postunda görüşmek üzere ramazanı yaşayanlara hayırlı ramazanlar ve herkese hayırlı, huzurlu günler... sevgiler.