26 Nisan 2015 Pazar

kömür limanı - 26 nisan 2015

Her Pazar'ını full-time çalışarak geçirdiğim iki ayı aşkın bir zamandan sonra... özgürlüğüne kavuşmuş tutsak misali... başıboş... avare.... öyle serseri, öyle divane.... sonunda kırlardaydım bugün ben! :)

Dil okulumdaki yetişkinler sınıfımın ikinci kuru geçen haftasonu bitti ve bugün öğleden sonram bana kaldı!

Ne yapsak diye düşündük önce... Malum kocacık dükkan işimin başına geçince biricik Pazar tatilim de ona transfer olmuştu... Pazarları ben çalıştığım için de  -1,5 saate yakın öğle arası dışında-, Pazar günlerini yalnız geçirmek zorunda kalıyordu.

23 nisan tatilini fırsat bilerek, kocacığı da dükkanım da bırakarak.. tek kişilik bir Çanakkale kaçamağı yapmış, "en dost"la buluşarak harika bir gün geçirmiştim... Zaten kocacığın da son haftalarda bir ayağı Çanakkale'de ve Edirne'deydi. Çanakkale'ye gitme seçeneğini eledik böylece... Keşan şart mı, diye düşününce hiç de şart olmadığı kanaatine vardık... Tekirdağ içinse 15.00  civarı yola çıkmak, orada geçirmek istediğimiz saatler için geç bir vakitti.  "Hadi" dedik, "Kömür Limanı'na gidelim!"

Kömür Limanı'nın papatya mevsimine daha vakit vardı ama yol boyunca kırlarda başka papatya manzaraları belki bulunurdu.

Düştük Kömür Limanı yoluna...

Önce küçük öbekler halinde, minik narin kır papatyaları gördük. Bu kez bir değil iki sepetle gerçekleştirmekteydim kır-bayır çıkartmamı... Otomobilden birini aldım... Siluet halinde gördüğüm papatya öbeklerine gözlerimi nişan alıp yürümeye koyuldum.

Daimi fotoğrafçım kocacık da bi vakitler pek sık yaptığı foto şipşak işini pek özlemiş ki, zırt pırt deklanşöre basıyordu. Aslında buraya ekleyeceğim  fotoğraflar salt fotoğraf makinesinden çekilmiş olanlar değil, cep telefonlarımızdan çekilenlerden de beğendiklerimi eklemek istedim... Görüntü kalitesi düşük olanlar bilin ki telefonlarımızdan... Bazı enstantaneler makine ile çekilenlerde yoktu, burada da olsunlar istedim.



Bu küçücük öbekler aklımı başımdan almaya yetmişti ki, geniş alanlardaki papatya istilalarını görünce hepten çıldırdım.

 Dilimde hep aynı sözcükler... Aldığım rahat nefes, yiyebildiğim her lokma ve gördüğüm bu güzellikler için sonsuz şükürler olsun!

Aslında zor bir süreçten geçiyoruz ailece... Kayınvalidemin sağlığı ile ilgili olağanın ve rutinin dışında günler geçiriyoruz. Çanakkale ve Edirne'de geçirdiği tetkik ve araştırma süreçlerinde eşim annesi ile birlikteydi hep. Tedavi sürecinde de böyle olacak... O sebeple benim kadar, hatta benden de daha çok kocacığın da manen -kısa da olsa- bir huzura, bir dinlenmeye ihtiyacı var. Üstelik bu koşturmacanın arasında benim dükkan işimi de yürütmeye çalışıyor.

Dolayısıyla... bugün kırlarda olmak... huzuru hissetmek... an'da kaybolmak... kısa bir zaman dilimi olsa da her şeyi unutmak...  ruhu doldurmak ve doyurmak... ciddi bir gereklilikti bizim için... Gözümüzün gördüğü bahara ait her iz, her görüntü tarifi imkansız biçimde iyi geldi bize...




Gördüğümüz her papatya tarlasında kendimizi kaybetmişken... "Hoooop!" dedik, "Hani Kömür Limanı'na gidiyorduk!"

Kıvrım kıvrım yollarından döne döne vardık her zamanki seyir tepemize... Gelincik ve papatya zamanı bu tepe kırmızılara, beyazlara bürünüyor. Bugün de çoban çantaları almıştı sırayı... Demek ki bugünlerin bu topraklardaki konukları da tomur tomur açmış bembeyaz çoban çantaları idi.

Doğa devinimini, dönüşümünü ve yenilenişini nasıl da ahenkle ve nasıl da intizamla gerçekleştiriyor, değil mi? Fotoğraftaki şu puslu görüntü bile bir değişimin, dönüşümün gerekliliği... Isınan su buharlaşıyor ve gökyüzüne yükselirken puslu bir hava yaratıyor. Sonrası ilkokul yıllarımızdan bildiğimiz malum konu... Buharlaşan hava yoğunlaşıp bulutlara dönüşecek... bulutlar yer yüzüne yağmurlarını gönderecek... Dünyada yaşam varolduğu sürece bu devinim hep böyle devam edecek.

Gözümüzün görebildiği... dünya kadarcık....  erebildiğimiz... ve görebildiğimiz...
Ki o bile anlamak için yeterli derine inildiğinde...
Nasıl büyük bir tasarım... nasıl ilahi bir denge!

Seyir terasımızdan klasik göz kiramızı aldıktan sonra, yine kıvrıla kvrıla indik doooğru aşağıya...

Sahilde bizi martılar karşıladı.
Pike yapar vaziyette, çığlık çığlığalardı....

Dalış sporu ile ilgilenenler vardı yine... Bir aile, yaklaşık 4-5 kişi... küçük çocukları da dahil, denizden yeni çıkmış güneşleniyorlardı. Demek ki ailece hiç ama hiç donmuyorlardı!

Zira parmaklarımla yokladığım Saroz suyu pek soğuk, pek dondurucuydu!



Sahilinde bir kaç volta attıktan sonra, sağdan soldan bir kaç görüntü daha alıp düştük dönüş yoluna.
Her bahar olduğu gibi, Kömür Limanı'nı görebilme şansı bulmuştuk bu bahar da...

Yol boyunu süsleyen katır tırnakları henüz açmamış, papatyalar ve gelincikler yol kenarlarını renk cümbüşüyle donatmamış, limandaki koy, sarı-beyaz halısını henüz örtünmemişti belki.... aylardan sonra kavuştuğumuz bu gezi çok iyi geldi... pek iyi geldi.



Geçen yılın Kömür Limanı gezisini okumak isterseniz burada...

12 Nisan 2015 Pazar

sonunda güneşi sıcacık gördük...

Pazar günlerim sabah 9.00 dan akşam 18.00 e dek dolu... Öğle arası 11.30 - 12.45 arası boşluğum var. Kocacıkla iki sevgili gibi buluşuyoruz. Dil okulunda öğretmenliğe başlamamdan  önce Pazar günleri saat 12 lere, 1 lere dek uyuyan kocacık, saat 10 da, 11 de uyanıp 11.30 da çalıştığım binanın kapısında otomobiliyle hazır ve de nazır beklemekte oluyor.

Şimdiye dek havalar berbattı ve bu kısa süreyi kapalı mekanlarda kahvaltıda ya da otomobil içinde bir yerlerde geçiriyorduk. Bugün ilk kez güneşi sıcacık gördük... Ve kendimizi önce Günbatımı Tesislerinin bahçesine, ardından da kırlara attık.

Kırlar için kalan sürem azdı, çok ilerilere açılamadık ama yine de baharın gelmişliğine yakından tanık olmak müthiş güzel, müthiş keyifli bişeydi! :)








10 Nisan 2015 Cuma

10 Nisan 2015

İş iş iş.... Şu üçte biri bitmiş olan Nisan ayımın, fark etmeden geçip gidiveren günleri için diyeceğim tek şey...

Havalar berbat gitti. Sevinsem mi, üzülsem mi bilemedim...

Bahar tüm sıcaklığı ile gelmiş, kırlar renklenmiş, ben de hiç vakit bulamayıp bu güzelliklerden mahrum bir on gün geçirmiş olsaydım, buruk bir halde yazmam mümkündü bu postu.
Kırlarda olmak için pek zamanım olmasa da, havalar da berbattı zaten, diyerek kendimi avutuyorum doğrusu... Avunuyorum da... :)

Geçen gün başımı iki elimin arasına alıp kendi kendimi sorgularken buldum. İçimdeki seslerden biri "tercih etmeli", "karar vermelisin" diyordu. Kulak tıkayamadım, kayıtsız kalamadım.... kimi saptamalarını çok haklı buldum.

Hafiflemek iyidir. Fazlalıklardan kurtulmak, yükü azaltmak...
Oysa ben taşıyabildikçe daha da artırıyorum yükümü...

Bu konuyu bu yaz etraflıca düşünmeliyim...

Bu yaz için  bir kaç planım daha var... Aslında uzun bir süreden beri var... Bir şeyler bahane oldu ve ertelemek zorunda kaldım hep.. Gerçekleşmeleri için daha çok özen, daha çok çaba göstermeliyim... (Buraya da yazdım ki, okudukça daha kolay motive olayım, daha bir şevkle çabalayayım.)

Hafiflemek iyidir!
Tebdil-i mekandaki ferahlığı hissetmek de iyidir!


Bu post burada bitmesin.... geçen yıl ördüğüm bahara yakışır bu güzel tutaçım da elemeğim göz nurum olarak sayfamda bulunsun.

Benim gibi baktıkça mutlu olacak olanlar, baktıkça mutlu olsun! :)