31 Ağustos 2013 Cumartesi

2013 - yazdöküm

Bugün işyerimde kalış sürem 10 saati aştı...Ellerimin iş görme süresi ise sekiz saati geçmiştir. Yaz geldiğinden beri hemen hemen böyle... Kimseye etmem şikayet de, yorgunum...

Son 3 yılda en hızla gelişen sektörlerden biri benim yaptığım iş imiş... Bu işi kurarken bunu öngörmüştüm ama özgürlüğüne düşkün ruhumun küçük bir alanda daimi tıkılı kalma halini pek tasavvur edememiştim. Allahtan işimi severek yapıyorum. Dolayısıyla zamanın nasıl geçtiğinin fakına dahi varmıyorum. Hele ki bu yaz nasıl da çabuk geçti.... 

Pazar günlerim hariç, gündüzleri iş dışında yaşamadım sanki ben... Güneş ışıl ışıl üstümdeyken ne bir çay bahçesine gidip oturdum, ne de şöyle uzun uzun denize baktım. Koskoca üç aylık yaz boyunca -pazarlar hariç- yalnızca gün karardığında yaşadım...


Yaşadığım yerin yazını en çok karanlıkta gördüm... Siyahlık ve sessizlik elele tutuşup şehrin kanına enjekte etmeye başlarken kendini, ben yaşamın içine ancak dahil oluyordum. Oysa bilinmeyenin, hatta korkulanın öteki adıdır karanlık. Benim içinse yorgunluğun huzura erdiği an oldu hep. Ne yuttu, ne korkuttu...


Gölgesi yok karanlığın... Bu yüzden gördüğün akisler hep aydınlık, hep ışık... Nerede bir parça aydınlık varsa, gölgeler hep onlarla birlikte...


Ve dahi... aydınlığın sahip olamadığı bir büyü bu... gölgeler bile kendi teninde.


Derler ki; geceyi ışıtan ay dahi baş edememiş onunla...incecik bir dilimken ay, şişinmiş şişinmiş patlamış, yine de yok edememiş karanlığı!


Bundan sebep belki de insanoğlunun büyük korkusu... 
Öyle emin ki kendinden... yavaş yavaş sokulup... koynuna alıveriyor birden... Kucağı dipsiz bir kuyu...


Yaz bitimiyle birlikte anladım ki; kendimi bulduğumu sandığım yerde, kendimi kapattığım yerdi de aslında bu huzurlu sığınak. 

Hasılı, ben bu yazdan pek bi şey anlamadım!

29 Ağustos 2013 Perşembe

open your mind!



Postun yayınlandığı gün takipçi sayısı :1128
Bugün -hala- : 1128

Beni yanılttığınız için teşekkürler!
Bu yaz... aslında güven zedelenmesi yaşadım ben... Kişisel değil ama ülkem ve insanlık adına... internet ortamında bir anda olagelen -malum gezi sonrası- küçümsemeler, yoksaymalar, empati kuramamalar, anlayamamalar, anlamamakta ısrar etmeler, bi kaşık suda boğma ve linç arzuları, hakaretler, tahammülsüzlükler, hümanizmanın çöküşü, statükoculuk, fikri sabit olma halleri, suistimaller, dezenformasyon çabaları, hakkaniyet eksikliği, dayatmalar, daraltmalar  vesaire vesaire... (sözüm tek taraf için değil tabii, savunucular ve karşıtlar için...)

Oysa insanlık varolduğu günden beri, birlikte yaşayamadığı takdirde dünyanın kendini yutacağını keşfetmiş durumda...

Yok başka çaremiz;
birbirimizi olduğu gibi,
tüm renkleriyle ve renksizlikleriyle
kabul edip
bir arada yaşamamız gerektiğini
artık daha iyi bilmeliyiz!


Herkese mutlu haftasonları!... hep güzelle ve iyiyle rastlaşmak dileğiyle...



26 Ağustos 2013 Pazartesi

ne güzel!

*Gelin bağa yeşiller kuşanan doğayı görün. Her köşede bir çiçek dükkanı açan doğayı görün. Güller gülerek sesleniyor bülbüllere: Susun, susarak doğayı görün"Mevlana 


Takvime göre yazın bitmesine 5 güncük kaldı. Düşündüm de... bu yaz, takıp sepetimi koluma kır bayır gezemedim pek öyle doya doya... Zaman yetmiyordu ve sanki daha zamanı vardı. 
Oysa çok sevdiğim böğürtlen zamanı çoktan geldi.

Taktım sepetimi koluma, dün bir saatlik boşluk bulup kaçtık kocacıkla kırlara...


Çoktan ayıklanmış dallar arasında üç beş olmuş böğürtlen bulmak... bulup da sepetine atmak... atıp da göğsünün tam orta yerinde pır pır kelebek uçurmak... NE GÜZEL!

Şırıltının geldiği yöne yürüyüp yeşilin aksini suda bulmak... o akiste kendini görmek... kendinde huzuru hissetmek... NE GÜZEL!


Bir parça yufka... biraz kaymak, biraz labne... ellerinle topladığın böğürtlenle... missssss gibi bir turta yapmak... yapıp da seyrine dalmak... NE GÜZEL!

Tabakta küçük bir dilim... Yüreğinde koskoca bir dünya... Yudum yudum... lokma lokma... yutup da oh demek... deyip de şükretmek... NE GÜZEL!



23 Ağustos 2013 Cuma

İstanbul

İstanbul çağırdı... Gittik...
Buraya yazıp da geriye dönük okumalarımda hatırlamak istemediğim çok şey var... Onlar mümkünse hafızamdan da silinip gitsin!

Kocacıkla araya sıkıştırdığımız, (geçen yıl zamansızlık nedeniyle gerçekleştirememiştik),  -nispeten- keyifli bir boğaz turumuz var ama... Postun fotoğrafları oradan olsun.

Bir akşam da cengaverliğim tutup tek başıma Nautilus'a gitmişliğim var. Kocacık da benim hatun Atina'lara bilem tek başına gitmiş hatun 15-20 dakikalık yere mi gidemeyecek, hem AVM leri seviyor moral de olur, demiş ola ki, "çabuk gel aşkım" diyerek uğurladı beni... E ben de düştüm yollara... Ama o yollar ki, pek iyi bildiğim güzergahı tadilata alınmış... Koskocaman bina işte orada, gözümün önünde.... amaaaaa.... oradan döndüm, buradan kıvrıldım,  bina küçüldükçe her defasında yönümü çevirip etrafını tavaf ettim, ne hikmetse bi türlü yakınına vasıl olamadım.... Sonra nasıl olduysa bir anda kendimi otoparkında buldum... Ama çilem bitmemiş!

Bernardo, Karaca ve Esse'ye filan şöyle bir göz attıktan sonra dosdoğru yukarıya, Tepe Home'a çıktım... Kocacık bilmiyordu ama benim o saatte orada olmamın yegane sebebi "o" idi! Yani GreenGate aşkı! :) Fiyatlar pek makul olmamakla birlikte, talan edilmiş de bunlar geride kalmış ya da çok istediniz biz de depoda kalanları yolladık durumundaki şeylerden yine de çok beğendiğim bi kaç parça aldım... Kasaya ödememi yapıp yürüyen merdiveninden süzüle süzüle aşağıya inerek hiç oyalanmadan dönüş yoluna geçtim. Heyhat! Dönüşüm gidişten daha beter oldu!... O kadar döndüm, o kadar dolaştım, bir arpa boyu yol gitmişim.... Nautilus iki adım ötemde hala... Sanki birileri benimle oyun oynar gibi, yollar hep aynı yere çıkıyor... Dön babam dön! Sonra nasıl olduysa Siyami Ersek Hastanesi'nin arka caddesinde buldum kendimi... Bilmediğim bir yol ama kocacığın telefondaki yönlendirmeleri üzerine Selimiye Kışlası'nın ışıl ışıl parlayan kulelerinden biri göründü sonra... Kocacık da yollara düşmüş bu arada... Birbirimizi bulduğumuzda Türk filmlerindeki gibi ağır çekim koşup uzun uzun sarıldığımızı hatırlıyorum.
Tövbeler olsun!... Bi daha karanlıkta İstanbul'da tek başıma 10 dakikalık yere dahi gitmek... yok bundan böyle!...

Aslında bu kayıp hikayesi o gece beynimi sürekli meşgul etti, hatırladıkça gülümsetti ve ertesi gün beni bekleyebilecek şeyleri düşünmeye fırsat bırakmadı... Çok da iyi oldu... Bu bir vesile ise sağlayana sonsuz teşekkür!

Her şey bitip yola çıkacağımız akşamın gündüzünü ise, her zaman olduğu gibi Eminönü'nde geçirdik. Her gidişimde yeni yeni toptancılar ve başka başka ürünler keşfediyorum... Bu kez de dükkanıma  güzel şeyler buldum... aldım... sevindirik oldum.

Ve bir İstanbul zorunluluğu daha böylelikle bitmiş oldu.

Ez -klişe-cümle; Hayat güzeldir! Bu da bonusu olsun: En büyük zenginlik sağlıktır!

Herkese keyifli bir haftasonu dileğimle... güzel Boğaz'dan güzel kareler...












11 Ağustos 2013 Pazar

11 ağustos 2013

Güzel bir gündü... Bozcaada'daydık... doya doya gezdik... bademli damla sakızlı kurabiyesinden yedik... iki kasa çavuş üzümü aldık... Ayazma'da denize girdik... Ama o dönüş yolu yok mu! 2,5 saatlik yolu 7,5 saatte,  bi vakit kımıltısız bi vakitse dura kalka dura kalka, zar zor geldik....
Bundan sonra "boğazlara köprü neyin istemezük" diyen olursa dillerini koskocaman eşek arıları soksun!

Bi dolu fotoğraf editleyecek hal kalmadı maalesef... Hafta içi vakit bulabilirsem ne ala!
Ola ki olmazsa bunlar da bugünden anı olsun!



Haydi iyi geceler.... musmutlu haftalar!...
Ben de bi uzanıp kendime geleyim... :)


10 Ağustos 2013 Cumartesi

3. gün gündöküm

Bugünü deniz günü ilan ettik... Ama evden çıkışımız 16.00 yı buldu. Güneş ışıkları biraz daha eğilsin, yanmayalaım, kavrulmayalım diye diye bu saati bulduk. Çok sıcaktı gerçekten... Saroz, Marmara'ya göre daha soğuk neyse ki, ilk girişteki üşüme ve ürperme hissi iyi geldi, serinletti... Sonra vücut alışınca bu duygu da kaybolup gidiyor zaten...
Çıktığımızda ne üşüdük, ne yandık... zamanlama iyiydi...

Kıyı boyunca yürüdük sonra... Saroz'un sit alanı olması sebebiyle henüz talan edilmemiş bakir koylarında dolaştık.... kah kaya parçalarının üstlerinde ondan ona zıplayarak, kah kabarıp kabarıp gelen köpüklerin patladığı kıyılarda yumuşak kumlara gömülerek... İrili ufaklı taşların üstlerinde zar zor yürüyüşlerimiz de oldu... Uzuuuun uzuun yol aldık... Ihlamurlar Altında Sitesi sahilinden Güneş Sitesi sahilinin sonuna dek...
Baktık... seyrettik... fotoğrafladık...

İşte günden kareler...
(Downton Abbey için zamanım yok bu gece... Kocacık düğünde iş başındayken ben denizden getirdiklerimizi yıkayıp paklamalı, ayrıca yarın için de hazırlık yapmalıyım... Pazar, sanki bayram tatilinin dördüncü günüymüş gibi bir hava estirmiş, tatil moduna iyice sokmuşken bizi, günübirlik bir tatile daha fırsat tanıyalım... biraz uzaklaşalım... moral depolayalım...)
Haydi iyi geceler!







9 Ağustos 2013 Cuma

2. gün gündöküm

Bugün Yeniköy'deydik... Kocacığın ikinci ve üçüncü derece akrabaları ziyaret edildi... Bazıları çok yaşlılar... Ama birer genç kız ya da delikanlı gibi zayıf ve dinç görünümdeler... Evde, tarlada, bahçede çalışıyorlar hala... Bu zinde hallerini toprak insanı olmaya borçlular... Pomaklar yabancıları çok kolay benimsemezler, çok kolay iletişim kurmaz ve çok kolay yakınlaşmazlar... Ama bu yaşlı insanların beni sevdiklerini hissediyorum. Rabia hala bugün konuşurken iki elini saçlarımdan yavaşça yanaklarıma doğru indirerek yüzümü okşadı... İki maviş gözü ışıl ışıl gülümserken...

Ben de seviyorum onları... Bendeki pozitif enerjiyi ve sevgiyi hissetmeyi becerebilecek bir yüreğe sahip oldukları için... Çünkü siz ne kadar iyi, iyi niyetli ve sevgi dolu olursanız olun bazen bu halinize tam tersi bir karşılık bulabiliyorsunuz... Çünkü aynı dolulukta bir yürek olması gerek verdiğinizin karşılığını alabilmeniz için... İşte bu yaşlı insanlarda bunu görüyor ve buluyorum... O yüzden yanlarında kendimi huzurlu ve mutlu hissediyorum...

Hissedemediğim insanlar da yok değil... Onlardan da mümkün olduğunca uzak duruyorum..

Bu vesile ile "iyilik yap iyilik bul" sözünün karşılığı olarak... iyiliği, iyilik yaptığımız kişide aramamızın nafile olacağını da not düşmüş olalım buraya... İyilik yaptığın zaman yaptığın kişiden iyilik bulmayı beklemek bir yanılgı olacaktır... ama karamsarlığa düşmeyelim... Bir başka -iyi- insandan iyilik bulmamız olası...

Gün dökerken akıl dökmeye doğru yol aldı bu post...
Burada bi duralım...

Güne ait pek fazla fotoğrafım yok... Ev içlerinde zaman olmadı (makine de otomobilde kaldı zaten)... ama dışarıdan bir kaç kare var neyse ki...
Onlarla bu postu kapatıyor, Downton Abbey'nin 2. sezonunu bitirmeye doğru yol alıyorum...
Haydi iyi geceler!





8 Ağustos 2013 Perşembe

1.gün gündöküm

Sabah 9.00 gibi... Kayınvalidemin büyük evinin (tarihi eser ve 2 katlı olmasına rağmen oldukça yüksek bir bina burası... bir de küçük evi var...4 katlı... son iki katı dubleks ve stüdyo tipi (sair zamanlarda orada yaşar) o yüzden büyük ev diyoruz.) bahçesinde, çardak (kamelya) altına kurulu masa etrafına toplanarak başladık bayram ritüelimize... Önce Pomak kültürü gereği büryan yenildi... sohbetler eşliğinde... Sonra başta kayınvalide-kayınpeder olmak üzere büyüklerin elleri küçüklerin de yanakları öpüldü... İyi dileklerde bulunuldu.
Tüm ritüel hepi topu bu.
Sonra herkes serbest... 

Kızçem geldiğinde büryan yaptığım zaman fotoğraflamıştım... Bayram sofrasına ait fotoğrafım yok ama merak edenler için onu paylaşayım... işte büryan bu... (Fırında pilav üstü et diyelim kısaca... Tavukla da oluyor... Bayramlarda çoğunlukla kırmızı etli ama...)

Kocacıkla Tekirdağ'a yola çıktık sonra... Bayramın ikinci ve üçüncü günlerinin gecelerinde mekan ve havai fişek organizasyonlarımız var... Uzun süreli uzak bir yere gitmek mümkün değil yine bu tatilde de... Günübirlik için Tekirdağ'ı seçtik... 1 yıl olmuştu gitmeyeli... özlemiştik.

Şehir girişine yakın olduğu için ilk uğrak yerimiz -her zamanki gibi- Kumbağ oldu... Yakıp kavurucu sıcağa rağmen caddeler, plajlar cıvıl cıvıldı yine... Limana yakın ulu bir çınar ağacının atına kurulmuş bir kaç masadan birine konuşlandık hemen... Tüm çınar altları gibi püfür püfür esiyor, insanı mest ediyordu. Kocacık buraya bayıldı... "Sen dilediğin gibi git gez, ben buradan ayrılmıyorum" dedi. :) Fotoğraf makinemi takıp boynuma, yarım saat free takıldı(m)k.. :) Çay bahçesi sahibinin getirdiği gazete tomarı ve su şişesi ile bırakıp onu, kah yürüdüm, kah oturdum, kah seyrettim, kah fotoğrafladım... gönlümce zaman harcadım... Beynimde hep "bugün perşembe ama iş yerimde değilim.... yihhuuuu!" nidaları ile... Dilime de bi ara "kapımın eşiğine, kabıma kacağıma, içimdeki aleve, camların oyununa, uyanık dudaklara, yazarım adını... yıkılmış evlerime, sönmüş fenerlerime, derdimin duvarına, arzu duymaz yokluğa, çırıl çıplak yalnızlığa, yazarım adını.... geri gelen sağlığa, geçen her tehlikeye, yazarım ben adını yazarım... bir sözün coşkusuyla, dönüyorum hayata, senin için doğmuşum haykırmaya.... ey özgürlük!" şarkısı yapıştı... mırıl mırıl... tekrar tekrar... ve de ey özgürlük bölümüne gelince daha kuvvetli... istemsizce.... :)

O anlardan makinemde bulduklarım arasında bunları seçtim... 
2013 Kumbağ'ından bloguma anı olsun, burada da bulunsunlar...




Kumbağ dinlencesinden sonra şehir merkezine doğru yol aldık... Sıcak etkisini artırmış, bunaltmaya başlamıştı. Buna rağmen sahilde inip... orada yaşadığımız yıllarda rutinimiz haline gelmiş olan yürüyüş güzergahımıza yöneldik... balıkçılardan başlayarak luna parka dek uzanan uzuuun sahil yolu... 

Yenilikler ve değişiklikler üzerine dikkat kesilip yorum yaptık bir süre... Denizi seyrettik...

Satış çadırındaki stantları dolaştık... Dışarı çıktığımızda güneş tam tepemizdeydi ve cayır cayır yakıyordu... Bu sıcakta daha fazla yürüyüp lunaparka dek uzanmayı göze alamayınca gerisin geriye otomobilimize döndük... Şehrin diğer ucundaki eskinin Maxi'si şimdilerin YSK Center'ına doğru yol aldık bu kez. Otomobilin kliması rahatlatmaya yetmişti neyse ki... Ve görünen o idi ki... Tekirdağ'ı bu sıcakta yürüyerek gezip dolaşamayacaktık. Bu gezi kapalı klimalı alanlarla sınırlı kalmalıydı. YSK Center sonrası bir başka AVM'ye Tekira'ya gittik... Orada 3 saatten fazla süre... gezdik, oturduk, yedik, içtik, baktık, aldık, oyalandık.

Sonra ver elini kürkçü dükkanı!
Bu postu not düştükten sonra,  geriden gıdım gıdım takip edebildiğim Downton Abbey'den en az iki bölümü bu gece bitirebilmek niyetim..
İşte blogcum!... birinci günden dökümlerim.

Haydi iyi geceler!

7 Ağustos 2013 Çarşamba

mutlu bayramlar!

Neşesi bol, sağlıklı, huzurlu günler dileğimle... 
Herkese mutlu bayramlar!


4 Ağustos 2013 Pazar

mutlu pazarlar!

Geçmişe dönük okumalarımda fark ettim... bir kaç konuda "bu konunun akibetini ya da bu şeyin bitmiş halini daha sonra yine paylaşırım" demiş fakat ya ilgi alanımdan uzaklaştığından ya gündem dışı kaldığından ya da zaman bulamayarak bir süre sonra unuttuğumdan o konuya ya da şeye bi daha geri dönmemişim... Şurada başlangıcını paylaştığım tığ işi yuvarlak örtüm de öyle... :)

Hazır fotoğraf makinem elimdeyken tam görüntüsünü alıp bu postla - hiç olmazsa bu konudaki- açığı kapatayım istedim...

Bu vesile ile.... Herkese mutlu pazarlar!

Keyif dolu anlar!