28 Nisan 2013 Pazar

bize yaz geldi...

Perşembe gününe dek ince de olsa illa ki üşütmeyecek bir triko kazak giyiyordum... Perşembe merserizeye geçiş yaptım... Cuma incecik penyeye... Ki daha da ısınıyor hava...

Dolayısı ile bugünün yarısını kışlıkları kaldırma-yazlıkları çıkarma, gerekenleri havalandırma, yıkama, yerine yerleştirme gibi işlerle geçirdik. Salt bizimkiler değil tabii evimizinkiler de... Bu arada kahvaltı için kıymalı börek, ayrıyeten de bir tencere dolma yaptım ben... Hiç belli olmaz kocacık "piknik" derse hazırda bişeyler olsun... Havuçlar çok alınınca yarım kilodan fazlası kalmış... kabukları soyuldu, rendelendi ve tarator yapıldı hemen... Tahmin ettiğim gibi... işler güçler bitince, "hadi sepeti hazırlayalım, akşam yemeğini açık havada yiyip piknik yapmış olalım" denildi. (Malum kocacığın bu bahar pikniği geldi.:) ) Menüye bir de cacık ekledim... Bundan iyisi şamda kayısı!

Yeniköy Bahçeler'deki şu şırıl şırıl derenin yakınlarına konuşlandık.
Tabanı incecik yalayarak gelen suyun erişemediği taşlar üzerinde sekerek dere boyunca bir süre yürüdüm...
Su yükselip taşlar üstte kalamayacak duruma geldiği zamanlarda yürüyüşümü dere kenarından sürdürdüm.
Etrafta cıvıl cıvıl kuş sesleri... üveyikler "cuckkooo" (kakkuuu) derken, bir tarafta sanki bülbül şakırtısı, bir tarafta ayarsız bir martı çığlığı... Arada derenin şırıl şırıl ince nameleri...

Piknik alanımız büyük bir ceviz ağacının üç yapraklı yoncalarla bezenmiş gölgesi idi...
Bakın yaz geldi de, gölgelere kaçmaya başladık bile! :)

Mütevazı soframızda dolmamız...



Cacıklarımız... ve havuçlu taratorumuz en iştah açıcı halleri ile bizleri bekliyorlardı.

Cacıklar için kişiye özel kavanozlar düşündüm... Hem görüntü olarak, hem de ağızlarının sıkıca kapanıp dökülmeye imkan vermemesi kolaylığı ile gayet hoş oldular...

Afiyetle yedik hepsini...

Ve yine kır papatyaları topladım bir demet... misss misss kokladım.

Bir haftalık enerjimi depoladım... ve döndük...
Sizlere de güzelliklerle dolu bir hafta diliyorum!



21 Nisan 2013 Pazar

sürpriz piknik ve papatyalar

Son Pazarların kasvetli havaları ile "Çarşambanın gelişi Perşembeden bellidir" misali bu Pazarı da tıpkı öyle geçireceğimiz kanaatindeydik... Ki sabah gözümüzü açtığımız yeni gün de aynı sinyalleri vermişti açık açık... Geçen haftalardan dersini almış bireyler olarak bu hafta piknik eyleminin adını dahi geçirmedik konuşmalarımızda... Dolayısı ile konuya dair en ufak bir beklentimiz ve hazırlığımız da yoktu...

Saat 13.00 a doğru kocacık "hadi giyinelim de çıkalım bari hiç olmazsa otomobille gezmiş oluruz" dedi... Giyinmek için yatak odasına gitmiştim ki, güneşin bir anda pırıl pırıl parladığını gördüm. Kocacık da fark etmiş... Nasıl oldu ise birden bire günlük güneşlik bir hava peydahlandı...

Çok kalmaz kaçar belki, düşüncesi ile bir acele bir acele... giyindik, kuşandık, hazırlandık... Hani bir piknik hayali vardı ya kocacığın... Hazırlığımız yok ama hazır şeylerle neden olmasın, fikri doğdu birden... Evden alınacakları alıp  atladık otomobilimize... :) Yoldan en pratiğinden yiyecek ve içecekler... veeee... doğru Fındıklı köyü ile aşağısındaki göleti kuşbakışı gören şu yemyeşil tepeye...

Tripotun bagajda kalmış olması da isabet oldu. Kimselere ihtiyaç duymadan kocacıkla bu keyifli an'ımızı ölümsüzleştirebilmiş olduk.


Görüldüğü üzere pilav üstü döner, piknik hevesimizin baş kahramanı... :)

O tepede oturup etrafı seyre dalmak, göletten gelen kurbağa sesleri, arada kulağımıza çalınan kuş cıvıltıları ve köye gidip gelen traktörlerin çıkardığı homurtular ile onlara eşlik eden ot, çiçek kokuları ise ruhumuzun baş gıdaları idi...

Bu aralar ancak çerez kitaplara vakit ayırabiliyorum... Kızımın lise yıllarında okuduğu kitapların bulunduğu kitaplık işimi fazlasıyla görüyor. VC Andrews'ın fantastik içerikli gençlik serisine sarmış durumdayım... Geçenlerde Şimşek'ini bitirdim... Dün gece Honey'sine başladım... Tahmin ettiğim gibi bu da sürükleyici ve bir an önce okuyup bitirmeyi hissettiriyor okura.

Piknik alanında yarım saat okuyabildim ancak... Heyecanlı bir yerinde de bırakmak zorunda kaldım. Bu güzel havayı piknik aktivitesi ile sınırlamak istemedik çünkü... Bahar gizlice gelmişti ve kırlar papatyalarla dolmuştu.
Bugün papatyaya doyduğum söylenebilir... Ben doymadım ama verdiğim görüntü resmen öyle idi...

Papatya kaplı patikalarda yürüdüm uzun uzun...

Bol bol papatya topladım...

Papatya tarlalarında mola vermişken, kitabımdaki heyecanlı bölümü tamamladım...

Beyaz papatyalardan başka sarı papatyalar da vardı...
Dere boyunca yürürken bulduklarımı....

Tek tek gemi yaptım, akıntıya bıraktım...

O şırıl şırıl melodik ses nasıl iyi geldi ruhuma... Dinledim... dinledikçe dinlendim...

Tam üç saat sürdü tüm keyif...
Haftalardır üstümüzden eksik olmayan o kapkara bulutlar saklandıkları yerden çıktı sonra... Hadi artık evinize, bu kadardı bitti, dercesine...

Cama düşen damlalar eşliğinde mutlu mesut döndük eve.

19 Nisan 2013 Cuma

bereket

Şu anda iş yerimde, siparişlerin içine gömülmüş vaziyetteyim... Böyle zamanlarda ne yapıp edip beni -kısacık da olsa- işimden soyutlayacak ve dinginliğe sevk edecek bir filmcik izlemeye çalışıyorum. Daha önce izlediğim bu harika görüntülere döndüm yine...

 Siz de izlemek isterseniz... buyrun.

"Tahtalıdağ'ın eteklerinde bir sevda hikayesi. Kahramanları Ayşe ve Selahattin. Yıllarca Akdeniz sahillerini arayıp taradıktan sonra ait oldukları toprağı bulmuşlar ve köklerini o toprağa salmışlar. Aşk dediğim toprak aşkı, doğa aşkı, ot, börtü böcek aşkı. İnsana da çok iyi geliyor. Orada, olabildiğince sade ama zengin bir yaşamın içinde yoğruluyor Ayşe ve Selahattin. Kedileri, köpekleri, kaktüsleri ve yaşam alanlarını paylaştıkları diğer canlılarla beraber. 

 Flora ismini verdikleri cennetlerinde ağırladıkları misafirlerle yaşam sanatını paylaşıyorlar. Bu videoda Ayşe ekşi mayalı ekmeği nasıl yaptığını anlatıyor, izleyin ilham olsun, sade ve zengin bir yaşam için iştahınız kabarsın." 

 Film: Filiz Telek

17 Nisan 2013 Çarşamba

tam buğday unlu, antep fıstıklı kurabiye

Fıstıklar memleketten... halis muhlis antep fıstığı... Çok da getirmişim... yemekle bitmedi.
Tam buğday unlu bir kurabiye denemekte yarar var, dedim. 

Bu sabah ilk işim hamurunu yoğurmak oldu. Beklettim, açtım, pişirdim, fotoğrafladım... İki saatte bitirdim işimi..

 Hiç bir tariften yararlanmadan doğrudan aklımda onay bulan malzemelerle yaptım o an. Yeme safhasında o nefis tat, o kıyır kıyır  ses.... Tam isabet dedim, kendime on üzerinden on puan verdim...

Antep fıstıklı şeyleri sevenlere bu kurabiyeyi şiddetle tavsiye ediyorum. Hadi koşun malzemeleri ayarlayın ve yapın.... Bu Pazar bir kez daha yapıp kızçeme yollayacağım ben de...

Ve tarife geçelim....

Tam Buğday Unlu, Antep Fıstıklı Kurabiye

Malzemeler:
100 gr. tereyağ
1 yumurta (sarısı ve beyazı ayrılmış)
100 gr. ezilmiş antep fıstığı 
4 çorba kaşığı toz şeker (tepeleme)
2 tatlı kaşığı yoğurt (tepeleme)
aldığı kadar un
100 gr. iri doğranmış antep fıstığı

Yapılışı: 
Tereyağını, yoğurdu, bir yumurtanın sarısını, toz şekeri ve ezilmiş antep fıstığını bir kaba alın, kulak memesi yumuşaklığına gelinceye dek un ekleyerek yoğurun. 
Streç filme sarılı hamuru yarım saat buzdolabında beklettikten sonra, merdane yardımı ile 1,5 - 2 cm. kalınlığında açın. Dilediğiniz şekildeki kalıpla kesip yağlı kağıt serili tepsiye dizin. Üzerlerine fırça yardımı ile yumurta beyazı sürüp iri fıstık parçaları ile süsleyin. (Elinizle hafifçe bastırmayı unutmayın ki fıstıklar dökülmesin.)
170 derecelik fırında 15 dk. pişirin.
Yapacaklara şimdiden afiyet olsun!

14 Nisan 2013 Pazar

14 nisan 2013

Bol yağmurlu, kasvetli bir güne uyandım bu sabah.... Dünden öyle dinamik öyle enerjik benli planlarım vardı ki bugün için, sanki tam tersini çok istemiş ve hayal etmiş gibi.... miskin ve uyuşuk bir sabah geçirdim... Evet ben! Her Pazar erkenden işini gücünü halleden, fırına mis kokulu bişeyler süren, tencere tencere yemekler yapan ben!...

Canım hiç bir şey yapmak istemedi ve kahvaltımı da en uyduruğundan yaptıktan sonra  boş boş oturdum öyle... Neyse ki kocacık uykusundan uyandı ve imdadıma yetişti. :) Atladık otomobilimize, Keşan'a doğru yol aldık. Şansımıza, az sonra güneş gülümsemeye başladı bulutların arasından... Mevzu Keşan'daki bilumum alışveriş mekanı olunca da enerjim yükseldi ve keyfim yerine geldi.

Bu kasvetli hava imiş beni mahveden! :)

Ha belki de, kocacığın iki haftadan beri Cumartesi akşamları, ertesi gün yapmayı arzuladığı Pazar pikniği hayaline beni de dahil etmesi... O ballandıra ballandıra anlatışta gizli bir koşullama var olsa gerekmiş!

Sıcacık, güneşli mi güneşli geçirdiğimiz Cumartesilerin ertesi sabahlar, nasıl da soğuk ve kapalı bir güne açıyoruz gözlerimizi... Ve nasıl da elimizde patlıyor bir önceki gece kocacığın hayalini süsleyen piknik için benim yaptığım fiili ön hazırlıklar ve kocacığın kursağındaki heves... :)

Aslında piknik de değil benim meselem.... Hafta içi günlerin bazıları ve özellikle Cumartesiler o denli günlük güneşlik geçerken şu biricik Pazarımın böyle yağmur, çamura gark olması...

Polyannacılığı iyi beceriyoruz neyse ki! Ben ve daraltısını miskinlikten çıkaran ruhum...
Bu havada ne Keşan'ı oturalım oturduğumuz yerde, de demiyoruz hiç. :)

Güzel gündü yine de...
Gezdik, gördük, yedik, içtik, aldık, döndük.
E şükürler olsun!

Bu arada konuyla alakalı fotoğrafım yok ama şunu ekleyip iki kelam da bunun için edeyim.

Ev görünümlü mumluklardan istiyordum...
Ama buralarda satmıyorlar...
Ben de oturdum kendim yaptım...

Aslında bir gün bir tenekeci ya da sobacının kapısını çalsam, bi göstersem, "nesi var ki, sen bunun alasını yaparsın" desem... 
Cetvelle milim milim ölçer... kapısını, pencerelerini de çizerim... bi kesiverse... zor mudur ki?


11 Nisan 2013 Perşembe

beyaz dokunuşlar -1

Bana cesaret veren iki değerli isme teşekkürlerimle başlamak istiyorum bu posta... Sevgili Şule (fikir projeleri) ve sevgili Cihan hanım (cihanın bahçesi).... Teşekkürler sevgili blog arkadaşlarım!

 Evlerindeki objelere beyaz boyalarla öyle hoş dokunuşlar yaptılar ki, kendi objelerimi beyaz hayal edince bu işe el atma konusunda kayıtsız kalamadım (sayelerinde :) )... Daha önce de bir kaç teşebbüsüm olmuştu ama kendimi bu kadar hazır hissetmemiştim hiç...

Yine de büyük işlere kalkıştığım söylenemez... ufak tefek projelerle çıktım yola... Ama daha bir cesurdum...

Tam randıman alamadığım, hatta hayal kırıklığına uğradığım deneyimlerim de oldu... Yine de sevdim bu işi... Yeni halleriyle kullanıma aldığımda objelerimi çoğunun yaptığıma değmiş olduğunu görmekten büyük mutluluk duyuyorum.

Şu çerçevelerim koyu kahve tonlarında polyester çerçeveler idi. Rengi kapanıncaya dek (4 ya da 5 kat olmalı) beyaz ahşap boyası ile boyadım... ardından iki kat inci beyazı... ve vernik... Katlar arası kurumalarını bekledim tabii...Üzerlerindeki melekleri ise  akçalı marka mat beyaz sprey boya ile boyadım. Çerçevenin içine puantiyeli fon kartonu yerleştirip camın üzerine de melekleri slikonla yapıştırdım... Böylece bu şirin tabloları elde ettim... Yeni melekler buldukça sayılarını artırmayı planlıyorum.

Bu beyaz gondollar ise atıl vaziyette duran gümüş gondollardı. İki kat nergiz marka selülozik parlak sprey ile boyadıktan sonra iki kat da akçalı sprey mat beyazla boyadım. Sonuç beni fazlasıyla memnun etti... Çekmecelerde yıllardır uyumakta olan diğer gümüşlerim de bu değişimden nasibini alacak bundan böyle.

Bu gümüş gondol ise şurada annemin evindeyken fotoğrafını paylaştığım ama artık yadigar olarak bende duran gondol... Ancak onu boyarken nedenini bilmediğim bir sorunla karşılaştım... Diğer iki gondol gibi onu da önce selülozik parlak sprey boya ile boyamıştım.... ardından mat beyaz boyayı atınca yüzey olduğu gibi çatlayıp kabardı. Allahtan alt tarafını yaparken yaşadım bu sorunu ve dört kat ile çatlakları kamufle etmeyi nispeten başarabildim. Altında bu sorunla karşılaşınca üst yüzeyine sürmeye korktum ve olduğu gibi parlak haliyle bıraktım. Belli ki iki boya arasında kimyasal bir reaksiyon oldu. Ama aynı işlemi diğer gümüşlerde uygulamama rağmen neden böyle olmadı onu da anlamış değilim...

Kuşlar porselen... orijinal renklerindeler...

Ayrıca dresuarımın üstünde görünen minik ferforje salıncak da siyah renkteydi. Onu da aynı yöntemle boyadım... Onda da çatlama, kabarma vb. olmadı. Abajurumun ayağını aylar önce yine parlak sprey boya ile boyamıştım... O da istediğim nitelikte oldu...

Beni hayal kırıklığına uğratan en önemli şey ise dresuar aynamın çerçevesi... 4 kat beyaz ahşap boyası ile nefis görünen çerçeveyi tuttum daha da nefis olsun(!) diye iki kat inci beyazı ile boyamak istedim. Tıpkı küçük çerçevelerimde olduğu gibi... Ama öyle dalga dalga bir görüntüsü oldu ki, hüsrana uğradım doğrusu... İnci beyazı boya küçük çerçevelerde gümüşümsü bir tona ve pürüzsüz bir görünüme sahipken aynanın çerçevesinde krem rengi bir dalgalanma hakim... Uygun bir zamanda yeniden elden geçireceğim sanırım...

Eskileri yenileme ve beyaz dokunuşlarla güzelleştirme projelerime ısrarla devam edeceğim...
Özetle; bu işi sevdim ben.. :)

7 Nisan 2013 Pazar

sağlık olsun

Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama.
Yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin...
Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin.
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin.
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart.
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine...
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis.
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin.
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün
dile.
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden, Hatta daha da eskiden
yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla, Ohhh şöyle bir hafifle...
Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de.
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık.
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa...
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak.
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen
yanağından makas al...
Sonra, şöyle bir düşün. Kimler sana yol açtı, sen çok darda iken?...
Kimler seni ferahlattı, hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler
kapını tıklattı?..
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?...
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara!...
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor!...
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller
açtıracak..
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun...
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun...
Saklama tabakları, bardakları misafire. Sizden ala misafir mi var bu
dünyada?..
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç
değil.
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik
bıraktıklarını tamamlar gibi.
Tadına var akşamının...
Gece evinde, dostların olsun.
Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun...
Arkadaşım, hayat bu. Daha ne olsun?
Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!


Can Yücel

1 Nisan 2013 Pazartesi

1 nisan 2013

Güneş pırıl pırıl...
Esinti, can yakmayanından...
ise;

bir kaçamak yapmalı...
 doğa ananın kucağına sığınmalı!


Hoş geldin Nisan!

sepya

Annemin kırk mevlüdü için yine memleketteydim blog!

Ev... eşyalar... ve babam...
Annemsiz... ve yapayalnızdılar.
Bizler de...
Ama en çok babam!...

Çok çok kalabalıktı mevlüt... Arkadaşları, yakın akrabaları, eş-dost ve ahbapları geldi... Yemekliydi... Uzun uzun okundu...

Uzun uzun ağladım.

Gitmeden son bir kaç gün harıl harıl hatıra lavanta keseleri hazırlamıştım. Dağıttım.

Dağıldım.

Ertesi gün hayat normal haliyle geldi.
Sineye çektim... kabul ve buyur ettim.

Ayşen ablam ve ben... babamı merkeze aldık, biz eksende...
Sevdiği şeyleri aldık... sevdiği şeyleri yaptık.

Günler geçti... ve kısa ara bitti.

Şimdi evimde... valizimden ve sırt çantamdan çıkardığım eşyalar var... bazıları çocukluğumdan kalma...

Ve  
Sanki bir dönem kapanmış... 
her şey sepya fotoğraflarla  anılarda kalmış gibi...


Sağ baştaki annem... ortaokul son sınıfta iken... 

Annem... Ayşen ablam... Teyzemin kızı Öznur abla...

Ben ve ikiz kardeşim...
Sağda Ragıp amcam, dedem (babamın babası), Adil amcamın oğlu Orhan...
Sol altta babam ve dört ablam çocukken...

Dayım, yengem, kızları Nazan ve anneannem...