27 Nisan 2012 Cuma

27 nisan

İçindeki dinamikler iş ve ev yaşamımın gerektirdiği şeyler olsa da, bu rutini bir hobilerimle bir de fırsat bulabildiğim akşam yürüyüşleri ve  pazar gezmelerimle bozmaktan öte yaptığım bişey yok hala...

Kızımın hırkasını tamamlama azmi içindeyim neyse ki...

Bir de fırsat buldukça aklımdaki hobi tasarımlarımı hayata geçirme girişimlerim var... Dün bi ara bu abajur şapkalı mumluğu yaptım.  Düşündüm de... daha büyüğünü, daha süslüsünü yapıp cam bir fanusa monte etmeli... eminim çok hoş olacaktır.
Yapım aşamalarını görmek isterseniz elişi bloguma bir tık...

Herkese sevgiler!

22 Nisan 2012 Pazar

tam buğday unlu biberiyeli, zeytinli ekmek

Bu sabah yine tam buğday unundan biberiyeli, zeytinli ekmek yaptım. Bu tarifte maya kullanılmıyor, kabarma işlemi karbonat ile gerçekleştiriliyor. Dolayısıyla mayalı ekmek hamurlarının saatlerce beklemesi durumu bu hamurda yok. Hazırlayıp hemen fırına veriyorsunuz. Beklemesiz, pratik ve çok kolay bir tarif.

Tarif için yine Arzu ve Ülfet Aygen'in hazırladığı "Beyaz Unsuz Şekersiz Hamur İşleri" kitabımdan yararlandım. Rezeneli ekmek tarifinin hamurla ilgili ana şablonunu kullandım. Rezene yerine ise biberiye ve zeytin kullandım. Yapım aşamaları da tarifle hemen hemen birebir...

Fırsat buldukça bu tarifi tekrar tekrar yapmayı düşünüyorum. Çok sevdik biz.

Tam Buğday Unlu Biberiyeli, Zeytinli Ekmek

Malzemeler:
1 su bardağı yoğurt
1 çay bardağı ılık su
2 yemek kaşığı zeytinyağı
1 yumurta
3 su bardağı tam buğday unu
1 çay kaşığı karbonat
1/2 su bardağı  yıkanıp kıyılmış biberiye
1/2 su bardağı kabukları soyulup ufak ufak doğranmış siyah sele zeytini
1 çay kaşığı doğal kaya tuzu
(Orijinal tarifte yoğurt 1,5 su bardağı verilmişti, evdeki yoğurdum 1 bardaktan fazla çıkmayınca 1 çay bardağı kadar ılık su koydum.)
Yapılışı: Fırınınızı kek pişirme derecesinde ısıtın. (Benim fırınım turbo... 170 dereceye ayarladım) Kek kalıbınızı yağlayıp unlayın. Bir kapta yoğurt, zeytin yağı ve yumurtayı iyice çırpın. Başka bir kaba unu ve karbonatı eleyin. Yumurtalı karışımı ekleyerek tahta kaşık yardımıyla karıştırın. Biberiye, zeytin ve tuzu da katıp karıştırmaya devam edin. Elde ettiğiniz hamuru kek kalıbınıza döküp üzerini kaşığın arkası ile düzleştirin. 40-45 dk. kadar önceden ısıtılmış fırınınızda pişirin. Pişip pişmediğini tıpkı kekte olduğu gibi kürdanla kontrol ederek anlayabilirsiniz.
Pişince üzeri bezle örtük biçimde (oda ısısında) 5 dk. dinlendirdikten sonra  ters çevirerek kalıptan çıkarın. Ekmeğiniz servise hazırdır. Afiyet olsun!

Bu arada, bugünün bir başka güzelliği de sezonun ilk çağlasını dalından toplayıp yemek oldu. Havanın güzelliği ve haftalardır esip duran lodosun kesilmiş olması da günün bonusu idi resmen. Yaz... gelmiş gibi.


Güzel geçsin haftamız!

20 Nisan 2012 Cuma

20 nisan

Günler uzadı neyse ki... Havalar hala serin gitse de, hafta içi yaşadığım iş-ev / ev-iş rutinime renk geldi bi parça... Artık haftada en az 3-4 akşam, iş çıkışı 1 saat kadar yürüyüş yapıp öyle gidiyoruz eve..
Yani daha bi hayatın içindeyim böylelikle... Sahil boyunca yaza hazırlanan mekanları ve doğayı daha yakından keşfedebiliyor, dışarıdaki yaşamla daha bir içiçe olabiliyorum. 
Hamzakoy, iş öncesi günlerimde hemen hemen her gün yürüdüğümüz bir yer iken kış boyunca uzak kalmış olmak epeyce bir sıkmıştı doğrusu...
Çoban çantaları sarmış her yanı... koku da görüntü de çok hoş... Sahil boyunca uzanan betonarme doku içinde bulduğu boş bir alanda yaratmış olduğu hoşluğu görmek harika bir duygu... Öyle aman aman park ve bahçelerimiz yok zira... Doğa ananın sunmuş olduğu bu hesapsız bahçe bu eksiklikte büyük bir hazine...
Bir de yürüyüş boyunca spontane güzelliklerle karşılaşmak da var. Ahmet bey zıpkını ile levreklerini yakalamış evine doğru gidiyordu... İzni üzerine bir kaç kare alıp arşivime kattım.
İyi ki yarın balık günümüz... İyi ki balıkçılarda tazecik balık bulmak hep mümkün...
Olmazdı öyle bakıp bakıp gurkkk yapmak... :)


19 Nisan 2012 Perşembe

tam buğday unlu elmalı pay

Bu kez kitaba bağlı kalmadan yaptım denememi... Beyaz un yerine tam buğday unu, şeker yerine ise pekmez kullandım yine...bu detay bildiğiniz gibi kitaptaki temel malzemelerden... Diğer malzemeler, ölçüler ve yapım aşamaları ise tamamen içimden geldiği gibi...

Biz beğendik... Unu itibariyle, beyaz unludan daha sert olabilir endişemi ise piştikten sonra üzerini bir süre bez ile kapatmakla tolere ettim ki, kezzet olarak da nefis oldu gerçekten...
İşte tarifim...
  
Tam Buğday Unlu Elmalı Pay
Malzemeler:
Hamuru için:
2 su bardağı un
2 yumurta
100 gr. tereyağı (oda sıcaklığında erimiş)
2 çorba kaşığı pekmez
1/2 çay bardağı ılık su
bir fiske doğal kaya tuzu

İçi için:
4 adet elma
3 çorba kaşığı pekmez
1/2 çay bardağı kuş üzümü
1 çay bardağı dövülmüş ceviz içi
Yapılışı: Yumurtalarla birlikte tereyağını çatal yardımıyla iyice çırpın. Ortası havuz biçiminde açılmış unun içine diğer malzemelerle birlikte katarak yumuşak bir hamur yoğurun. Hamuru biri diğerinden biraz daha büyük olmak üzere iki parçaya bölün ve streç filme sarıp beklemeye alın.

İki elmayı minik küpler halinde doğrayıp çok kısık ateşte ara ara karıştırarak kendi suyunda soteleyin. Kalan iki elmayı rendeledikten sonra diğer malzemelerle birlikte sotelenmiş elma küplerine katıp karıştırın. Karışımı soğumaya bırakın.

Hamurlardan büyük olanı merdane ile açıp  kenarlarını kaplayacak biçimde yağlanmış fırın kabınıza yerleştirin. Elmalı karışımı üzerine dökün ve ortası tepe biçiminde olacak şekilde yayın. Kalan hamuru açıp üzerini kapatacak biçimde, kenarlarını bastırarak yerleştirin. (Alttaki hamurun kenarları ile birleşmesine özen gösterin) Üzerine her hangi bir şekilli kesici ile bir iki delik açtıktan sonra 180 derecelik fırında 20 dk. kadar pişirin. Pişince herhangi bir bez örtü ile10 dk. kadar kapalı tutun. (Kapak, tepsi gibi şeylerle kapatırsanız buharlaşma olacağı için payınızın üzeri ıslanacaktır. Bez örtü ya da havlu buharı emer.) Elmalı payınızı artık servis yapabilirsiniz. Afiyet olsun!

Bir sonraki postta görüşmek üzere... herkese iyi akşamlar! :)

16 Nisan 2012 Pazartesi

ekmekten undan bi mevzu

Sinangil'in ve Söke'nin sağlıklı ekmek yapmak için doğal unları var...
Başka markaların da var ama ben şimdilik yalnızca bu markalara ulaşabildim... Ulaşmam da o kadar kolay olmadı hani... Aynı markaların pasta-börek vesaire için ürettikleri diğer unlar Gelibolu'da bulunsa da bu gruptakiler burada hiç ama hiç yok.
Dün Keşan'a  un almak için gittik.... hahaha!
Ve hatta Gelibolu'da hiç bir fırında tam tahıllı ekmek de üretilmiyor... Kepekli ekmek adı altında sattıkları ise normal beyaz unlu hamurun içine katılmış bi parça kepekten ibaret... Gitmişken tam tahıllı ekmeğimizi de aldık...

Keşan'a da her gün gidilmez ki! 

İçimde hep ekmek yapma arzusu neyse ki... :)

15 Nisan 2012 Pazar

tam buğday unlu kıymalı, domatesli pide

Kitabım geleli çok oldu.... ama ben deneme yapabilecek kadar zamanı ancak bu sabah bulabildim... 
Daha önce de belirttiğim gibi bu kitaptaki hamur işi tarifler, işlem görmüş ürünler yerine onların alternatifi olabilecek daha sağlıklı ürünlerle yapılmış olan tarifler... Örneğin; rafine un yerine tam buğday unu, çavdar unu, mısır unu gibi has tahıl ürünleri... rafine şeker yerine doğal şekerli kuruyemişler, bal, pekmez gibi tatlı gıdalar...  rafine tuz yerine doğal kaya tuzu... vesaire kullanılmış... Normalde yediğimiz tüm hamur işlerine sağlıklı çözümler getiriyor. Kitabı bu anlamda çok yararlı buldum. Tarif sayısı sınırlı olsa da bu ana şablonları kullanıp  yepyeni tarifler yaratmak mümkün. Nitekim benim kitabı almaktaki amacım da bu.

Ayrıca kitabın giriş bölümünde ve tariflerin bazı satır aralarında sağlıklı beslenmenin yaşamımızdaki rolüne dikkat çeken bilgilendirici notlar da mevcut. Bununla birlikte kitabın sonuna tam buğday ununun, doğal kaya tuzunun ve organik sebze-meyvelerin nerelerden satın alınabileceğine dair "adresler" adı altında bir bölüm de var ki, bu detay sayesinde İstanbul'un göbeğinde tam buğday unu, tam çavdar unu ve mısır unu öğüten bir değirmen olduğunu da öğrenmiş oldum. (Merak edenler için değirmenin adresi; natürel gıda ürünleri, ferah evler mah. yumak sok. no:24-A sarıyer/ist... tlf; 212. 262 87 05 ) 

Gelelim kitaptan denediğim ilk tarife... Aslında uyarladığım demeliyim... Birebir aynısını uygulamadım çünkü... İç malzemesinde ve mayasında değişiklik yaptım... Ama ana şablon aynı... Tarifin orijinal adı; "Annemin Kıymalı Bol Domatesli Pidesi"... Ben ismini de kendime göre değiştirdim... İşte tarifim...

Tam Buğday Unlu Kıymalı, Domatesli Pide

Malzemeler:
Hamuru İçin:
3 su bardağı tam buğday unu
1 su bardağı ılık su
1 silme tatlı kaşığı doğal kaya tuzu
1 çay kaşığı kuru maya
1 tatlı kaşığı pekmez
(Orijinalinde tuz miktarı silme değil tepeleme, maya ise 1/4 oranında yaş maya... un 2,5-3 bardak verilmiş... ben 3 bardak kullandım.)

Kıymalı Harç İçin:
300 gr. kıyma
1/2 çay bardağı zeytinyağ (riviera tipi)
2 orta boy soğan
2 dal taze sarımsak
3 orta boy domates
2 sivri biber
1/3 demet maydanoz
istenen miktarda doğal kaya tuzu ve baharat
(Orijinalinde sarımsak yoktu... ben taze sarımsak koydum... baharat olarak da kişniş ve çok az pul biber ekledim. sebze miktarını ise kendi damak tadımıza göre ayarladım.)

Yapılışı:
Un ile tuzu geniş bir kap içinde karıştırıp ortasını havuz biçiminde açın. Ilık su, maya ve pekmezi koyun, 5-6 dk. kadar yoğurun. Üzerine streç film ve kalın bir bezle öreterek iki katına çıkacak biçimde kabarıncaya dek ılık bir yerde beklemeye alın. 

Kıymayı zeytinyağda iyice kavurup altını kısık hale getirin. İçine ince kıyılmış soğan, sarımsak ve sivri biberleri ekleyin. Ağzını kapatıp 3-4 dk. kadar soldurun. Minik küpler halinde doğranmış domatesi, ince kıyılmış maydanozu, tuzu ve baharatları da ekleyip 3-4 dk. daha pişirdikten sonra ateşten alın.


Hamur istenen düzeyde kabarınca 10-12 adet yuvarlak toplar yapın. Sonra her bir topu oval biçimde açıp içine kıymalı harçtan koyun, kenarlarını üste doğru kıvırıp kapatın. Birleşme yerlerini iyi yapışması için parmaklarınızla kuvvetlice sıkıştırın. 180 derecelik fırında 20 dk. kadar pişirin.

Pişince tel ızgara üzerine alarak yumuşamadan ılımasını sağlayın. Pideleriniz böylece daha çıtır çıtır olacaktır. Sıcaklığı kırılınca hemen servis yapabilirsiniz... Afiyet olsun!


Güzel bir hafta dileğimle... sevgiler!

11 Nisan 2012 Çarşamba

bugün sesli düşünesim var

Hayatım boyunca hiç kimsenin güdümünde kalmadım. Yanıbaşımda her hangi biri için en kötü şeyler anlatılsa dahi "acaba" ile kalkarım oradan... Anlatılanların kaçı doğru acaba? Anlatan, tüm bu anlattıklarını ya da bazılarını içindeki kin ve nefretten dolayı mı uyduruyor acaba? Gönül gözü çok çirkin de baktığı, duyduğu her şeyi aynı çirkinlikte mi görüyor, duyuyor acaba? İftira atmayı, onu bunu lekelemeyi meziyet edinmiş karaktersizin teki mi acaba? Varsayalım tüm anlattıkları doğru, karşı taraf için acı ve utanç verici olan bu doğruları(!) üçüncü şahıslara bu kadar rahat anlatıyor olması ne kadar insanca acaba? Bu haliyle bile uzak durulmayı hak etmiyor mu acaba? vesaire... vesaire...

Güdülüp de böylesi kötü ve çirkin yüreklerin taşeronluğunu yapmak da var... Güdülüp de size hiç bir zararı dokunmamış üçüncü şahsa kötü duygular besleyerek yargısız infazlar yapmak da var... Güdülüp de her iki şahsın gözünde "gerçek olmayan sözlere inanmış salak insan" konumuna düşmek de var...Gülüp de kötünün yaymak istediği kötülüğe ortaklık etmek de var.  Güdülüp de toplum içindeki statüyü basiretsiz bir kişilikle sıfatlandırmak da var. Ki güdülmüşlük kişiliksiziliğin ve karakter zayıflığının da göstergesidir aynı zamanda.

O sebeple karşımdaki insanların duyumlar karşısındaki tepkilerini çok iyi incelerim. Beynini kayıtsız ve şartsız, onun bunun güdümüne bırakanlara arkadaşlıklarımda yer çok azdır. Ve hatta koşullar elveriyorsa hemen hemen hiç yoktur. Üzgünüm!

Bir de ideolojik güdümlülere karşı temkinliyimdir yaşamımda... Değişen dünya ve ülke konjönktürlerine bakmadan, iki üç sloganı ezberlemiş, yıllar yıllar öncesinin artık hükmü kalmamış argümanlarıyla hareket eden , söylemlerini sağlam zeminlere değil, laf ola beri gele cümlelere sığdıran, saldırgan, şakşakçı zihniyetler ürkütmüştür hep beni... her ne ideolojiye tabi olmuşlarsa yörüngesinden kurtulamamış, düştükleri fanatizm kazanının içinde kaynayıp durmuşlardır.

Öte yandan kendilerine biçtikleri siyasi rol ile, kendi gibilerden övgü ve payeler almak uğruna yaptıkları taşeronluğu da büyük ve asil bir görev gibi sunarlar topluma. Zannedersin vatanını en çok seven o! Zannedersin ülkeyi kötü gidişattan kurtarması için gönderilmiş yüce bir savaşçı o! Zannedersin siyasi bilimler akademisini bitirip büyük büyük yerlerde uzmanlaşmış deha bir siyaset bilimci o! Zannedersin dünyayı sihirli değneği ile bir çırpıda cennete çevirecek yine o!

Böyle olmakla birlikte... sevmediği politikacıları aşağılamak adına ülkesini, milli - manevi değerlerini ve güya savunduğu (!) ilke ve prensipleri de aşağılayan yine o! Yani niyette vatansever... eylemde tam bir vatan haini... Lakin bu halini göremeyecek kadar da taptığı ideolojinin esiri...

Misal; üçüncü köprünün yapımı söz konusu... Sırf hükümeti sevmiyor diye köprüye karşı çıkan bi dolu muhalif... Nasıl da savunuyorlar düşüncelerini... Köprü yapılmazsa  göbek atacaklar neredeyse...  mevcut hükümet yapmasın yeter ki!...  Mantığa bakar mısınız? Yahu hükümetten bana ne! Ben ülkemin, devletimin, milletimin yararına olacak işler layıkıyla yapılıyor mu yapılmıyor mu ona bakarım. Ve hatta hükümet üçüncü köprüyü yapmıyor ise tam tersine yapması için başkalldırırım... Köprülerden biri onarımda... diğeri tek başına o yoğunluğu sırtlanırken... hele hele İstanbul nüfusu şişmiş şişmiş patlamış, köprüleri ve arapsaçına dönmüş trafiği izdiham altındayken üçüncü köprüyü istememek... Ve bunu salt bu hükümet yapıyor diye istememek... Komedi gibi.... Sevmediğimiz hükümetler başımızda kaldığı sürece hiç bi şey yapılmasın öyleyse... Öyle de ileri düzeydeyiz ki (!) 20 yıl, 30 yıl yerimizde sayalım... ne olacak ki! Yeter ki hiç bi şey yapılmasın!

Sizleri bilmem ama ben bu zihniyete gerçekten şaşıyorum. Bu ne ileri görmezlik, bu ne saplantılı olma hali, bu ne fanatiklik! Adım gibi eminim... bu köprü yapılınca o köprüyü ilk önce kullanacaklar da, en çok kullanacaklar da yine onlar! Bakınız 12 Eylül referandumunda "hayır" diye bastırıp "evet"cilere de evet dedikleri için faşizan baskı uygulayanlar... sandıktan "evet" çıkınca ilk iş darbeciler yargılansın diye adli makamlara başvurdular... bugünlerde ise  darbecilerin yargılanmasında mahkeme salonunda yer kapmak ve duruma müdahil olmak için en ön sıradalar... Nerede kaldı  hayırcılık... ve hayır demeleri için güdülen insanlar şimdi nerede?... tık yok!  Belli ki o vakit ket vurma vaktiydi... şimdi ise nemalanma vakti... yani yelkeni rüzgarın yönüne doğru çevirme durumu... temelsizlik ve omurgasızlık halleri...
 İşte ideolojik güdümlülüğün çirkin ve basiretsiz yüzüne en güzel örnek!

Öyle ya! Her ideoloji kendine körükörüne inanabilecek ve kendini aynı körlükte savunabilecek kadar beyni ele geçirilmeye müsait sempatizanlar ister. Ve yine ne yazıktır ki; her ideoloji az ya da çok kirlidir... dolayısıyla yörüngesindekileri de az ya da çok kirletir...  ben merkezli ve dar açılıdır, kapsadığı alanı ve içindekileri kendi hacmi kadar boyutlandırır...  faşizandır, savları ölçülüp biçilmiş ve belli sınırlar içinde kodlanmış olduğundan sempatizanlarının bu kodların dışına çıkıp kıyaslama ve karşılaştırma yapmalarına olanak tanımaz.  İdeolojik güdülmüşlük çemberin içine tıkılı kalmışlıktır çünkü. Tek yöne tek gözle bakmak ve baktırmak... sürüye tabi olmaktır.

O sebeple ideolojik güdümlü insanları gördükçe, tarihle birlikte var olmuş sayısız ideolojiden birinin dahi yörüngesine girmemiş olabildiğime fazlasıyla şükrederim.

İdeolojilerin sınırları dışına çıkıp durumlara ve olaylara net bakmaya gayret edebilenlerden biri olmak belki de dünya düzeni ve insanlık adına savunulması gereken asıl ideoloji! Zira beyninin odalarını netleşmiş doğrularla ne kadar doldurabiliyorsa, olaylara ve durumlara o kadar net bakabiliyordur insan. Ve kendini sınırlamadığı için daha evrensel, daha geniş görebiliyordur her şeyi.

Üstelik beyinlerini onun bunun güdümüne bırakanlar, vücutlarını ona buna pazarlayanlardan hiç de farklı değiller!

Neyse ki, tüm bu gerçekler yalnızca benim gerçeğim değil... Değişen dünya düzeninde dünyaya akılcı gözlerle bakmaya çalışan diğer dünya insanlarının da gerçeği... Bu bağlamdaki "aidiyet tanımı"nı ise üzerimde ancak ve ancak onurla taşırım!

8 Nisan 2012 Pazar

acele piknik ve yeni mutfak önlüğüm

Geçen Pazar olduğu gibi, bu Pazar da aşırı rüzgarlıydı hava... Sımsıcak güneşe eşlik eden şiddetli bir lodos... Yine de yıldırmadı bizi... Uzun süreli bir piknik yapamasak da hazır yemeklerimizi yanımıza alıp deniz kenarında bir yerlerde  yer, gezebildiğimiz kadar gezer, sonra da döner evimize geliriz dedik. Yeniköy - Büyük Bahçeler'deki bu şirin köşe ve sahil  isteğimizi fazlasıyla karşıladı.



Bu acele piknik ile de 2012 nin piknik sezonunu  açmış olduk böylece...


Menüde öyle çok fazla şey yoktu... Etli kabak ve biber dolması yaptım...  Kabağın içini de rendelenmiş havuç, kurusoğan, sarımsak, kişniş ve dere otu ile pişirip zeytinyağlı musakkavari bi yemek yaptım. Yanına da yoğurt... O kadar... Çünkü ancak yetiştirebildim... ki bütün sabah yeni önlüğümü dikmekle meşguldüm... :)


Bu acemiliğimle bu denli düzgün dikebildiğime sevindim doğrusu... Ve keşke kumaşım daha fazla olsaydı... aynı kumaştan bir de bandana yapabilseydim... hatta belki bir fırın eldiveni de deneyebilirdim... 
Küçücük bir parça ve bir kaç kırpıntı dışında artmadı... onu da yuvarlak kesip arkasına düz sarı renkte bir kumaş ekleyerek kenarı dantellenmek üzere bir kenara bıraktım... bir nihale ya da örtü vazifesini görür belki ileride...

İşte bugün de böyleyken böyle...
Güzel bir hafta bizimle olsun.
Sağlıkla, sevgiyle kalın...

6 Nisan 2012 Cuma

retreat home and gift / spring - summer 2012

Bugünü Cumartesi zannederek yaşadım nedense... Her defasında tatsız gerçekle yüzleşiyor ama nasıl oluyorsa bir süre sonra unutarak gerek iş planlarımda gerekse Pazar tatilime dair hayallerimde bugünü Cumartesi, yarını da Pazarmış gibi hesaplıyordum. :) Ta ki akşam olup kendimle başbaşa kalıncaya dek... belki de beynimin istediği şeyi yaşamımın içine bizzatihi sokarak kendini eğleme adına bir tür oyunu idi bu... Ama yüzleşme anlarının buruk geçtiğini söylemeliyim... Hatta bunu şu anda kendime de itiraf etmiş oldum... Çünkü ben dahi bilmiyordum yarının tatil olmasını bu denli çok istediğimi... :)

Şöyle çekilip de geriye beynimi ellerimin arasına alınca (burada mecaz-ı anlam var söyleyeyim de ben) anladım ki.... Keşke tatil olsaymış yarın... Enikonu musmutlu olacakmışım..
E değilmiş n'apalım!
Şöyle cici bici bişeylerle gönlümüzü hoş tutalım bari... :)

Bu derginin matbu hali elimin altında olsa idi, her fırsatta bakmaktan çoktan canı çıkmıştı eminim. Ekranın soğukluğu bakış arzusunu azaltıyor oysa... yani sizi bilmem bende böyle... en son iki hafta kadar önce bakmıştım çünkü...

Evet... öyle hoş... öyle içaçıcı fotolar... büyüleyici ve ilham dolu...
İstisnasız.... gördüğüm her şeye ama her şeye bayıldım, diyebilirim.




Bu da resmi websitesi... detay isteyenler için...

5 Nisan 2012 Perşembe

Tasha Tudor's Garden

Tasha Tudor 1915 - 2008 yılları arasında yaşamış Amerikalı bir çocuk kitapları yazarı ve illustratör. Onu bloguma taşımamdaki sebep ise yaşamını sürdüğü çiftliğindeki cennet gibi bahçesi... ve oradaki çiftlik yaşamının hayal gücündeki etkisi... 
Arkanıza yaslanın... onu ve büyülü bahçesini seyre dalın... Nasıl etkili bir meditasyon!

Onu daha da tanımak istiyorsanız... Bu da web sitesi... Pek çok bilgi ve foto mevcut... Dilimizde hakkında herhangi bir google dökümanı olmaması ise büyük eksiklik...

yumurtalı acı filiz (yabani kuşkonmaz)

Acı filiz  mevsimi gelmiş... pazar tezgahlarına konmuş...
Oh la la!
Hemen 2 demet aldım... ayıklayıp yıkadım.....
Ve en sevdiğim tarifi uyguladım. :)
İşte tarifim;

Yumurtalı Acı Filiz
Malzemeler :
acı filiz
kuru soğan
yumurta
2 çorba kaşığı zeytin yağ
tuz

Yapılışı: Acı filiz dallarını uçlarından başlamak üzere 3 - 4 cm uzunluğunda ellerinizle kopararak bölün. Dallar sertleşip kopmakta zorlanınca koparma işlemini bırakıp bir sonraki dala geçin. Ayıklanan bölümü iyice yıkayıp yağsız tavada, kısık ateşte, ağzı kapalı biçimde 10 dk. kadar soteleyin. Çıkan acı suyu süzüp atın ve üzerine yağı gezdirip ince kıyılmış soğan ile tuzu da ekleyerek 5-6 dk. kadar daha sotelenmesini bekleyin. Yumurtasını kırıp yeterince piştiğini gördüğünüzde ateşten alın. Çok soğutmadan servis yapın. Afiyet olsun!

Not: Adını tadından alan acı filizi ateşte çok fazla tutmamak ve pişerken çok fazla karıştırmamak gerekiyor. Böyle yapılırsa yemeğin tadına sinen acı oranı artıyor çünkü.

4 Nisan 2012 Çarşamba

geçtiğimiz pazartesi

Gelibolu küçük yer... Blogumla birlikte keşfedilmekteyiz epeycedir. :) Sevgili Calibe hanım da beni blogumla keşfetmişti geçtiğimiz yaz. O gün bugündür de fırsat oldukça görüşmekteyiz.

Geçtiğimiz Pazartesi Calibe hanımın daveti üzerine Tarih ve Çevre Koruma Derneği'nde hanımların gerçekleştirmekte olduğu "yamadan modaya" projesinin yapım aşamalarından birine konuk oldum. Önce size proje hakkında kısa bir bilgi vereyim... sonra fotoğraflar gelsin.

İstanbul Büyükçekmece Belediyesi Kültür Müdürlüğü tarafından  gerçekleştirilmekte olan bir projenin bir ayağı da Gelibolulu hanımlar tarafından gerçekleştiriliyor. Yine İstanbul'dan gelen Nurgün Serim tarafından... Projenin amacı işe yaramayan şeylerle neler yapılabileceğini göstermek. Bunun için de kumaş parçalarından 1mt. eninde, 4 mt. boyunda bir yorgan yapmaya karar verilmiş. Aynı zamanda bu yorganda bir çok kadının el emeği olması amaçlanmış ve "bir elin nesi var, iki elin sesi var" düşüncesi ile parçaların çokluğunun yanı sıra, iş gören ellerin de çokluğuna dikkat çekilerek çok materyal + çok el ilişkisi vurgulanmak istenmiş.

Önceki haftalar patchwork yapımını öğrenen hanımlar Nurgün hanımın bu gelişinde istenenden çok daha fazla parça yapmışlar ki, ben gittiğimde Nurgün hanım bu parçaları da değerlendireceklerini, yorgana ilave bir kaç yastık yapacaklarını söylüyordu. Nitekim plastik kola şişesinden dönüştürülen koltuk modelindeki iğnedenlik yapımından sonra yastık biçimine ve patchwork parçalarını yastık üzerine monte etmeye geçtiler. ben de her bir aşamayı sizler için fotoğrafladım...

İşte Nurgün hanım, Calibe hanım, hünerli hanımlardan bir kaçının hünerli elleri ve el emeği göz nuru işler...
Sevgiyle kalın...








1 Nisan 2012 Pazar

etek diktim

Elbise dikmekti amacım... İlk deneme olunca, dilediğim modelde bir kalıp da bulamayınca etek dikmeye karar verdim. Son iki akşam... biçimi ve dikimi ile çabucacık ortaya çıktı. Bugün de giyiverdim. Ayrıca bir parça dantel ve eteğimin kumaşından yapmış olduğum favori kumaş çiçeğimle de saçıma toka yaptım. Tokamın üstündeki beyoğlu taşlı broş ise Tekşen ablamın -zaman zaman yolladığı- dükkan malzemeleri kolisine sıkıştırmış olduğu güzelliklerden biri... Doğrusu yeni yerine çok yakıştırdım. Hafif kokoşça... ama çok değil... kıvamında. :)

Bugün çok rüzgarlıydı hava... Daimi fotoğrafçım sevgili kocacık rüzgarın hafiflediği kısacık anları kollasa da bloga en eklenesi olarak ancak bu fotoğrafları bulabildim. Öyle ki salt rüzgar değil, yumak yumak toplanmakta olan bulutlar da ket vuruyordu ışık konusunda. Fotoğraf çekimine hiç mi hiç uygun bir gün değildi aslında. Foto editleme programı ile netliği arttırmak mümkün oldu neyse ki.

Bir başka zaman aynı etekle daha net fotoğraflar paylaşabilmek dileğiyle... keyifli geçsin akşamınız.
İşte eteğim ve bugünkü ben. :)