25 Ekim 2011 Salı

neden dua

Dua etmek benim nezdimde ümidi tazelemektir. Umutla beklemektir. Ki insan ümit ettiği sürece yaşar...
(Asıl konuya devam etmeden bir saplama yapmak istiyorum. Bir kaç gün önce kızımın sınıf arkadaşının hızlı tren altında kalıp yaşamını kaybettiğinden söz etmiştim... Bu olay ne yazık ki bir kaza değil, bir arzu imiş... Yani daha 19-20 yaşlarındaki bu gencecik öğrenci yaşama dair tüm ümidini kaybetmiş ve onu sonlandırmaya karar vermiş...) Çok düşündüm o yaşta bir çocuğu bu düşünceye iten ne olabilir diye.... Yüzeysel anlamda ailevi, ekonomik, aşk, okul gibi pek çok şey sebep olmuş olabilir... Ama derinde yatan tek şey ümidin yok oluşu... çaresizlik... bitişi kabulleniş... ve sönüş.

İşte bu yüzden ümit etmek çok önemli...

Ümit etmek yaşamın yakıtı bir bakıma... besin kaynağı... O olmayınca yaşam da olmuyor. Duruyor, bitiyor bi şekilde... Ölümü seçmeden bu dünyada ölüden farksız yaşayan insanlar gördünüz mü hiç? Varlar ama yoklar... ve bir hiçlik içinde tamamlıyorlar bedensel yaşam sürelerini... oysa ruhları çoktan tükenmiş. Ümit etmek, dilek dilemek bu tükenişin tam da suratına kapanan bir kapı aslında... ve aydınlığa açılmak... Bu sebeple kendi adıma çok önemsediğim bir durum... Kaldı ki müspet bilim adına da pozitif etkisi kabul edilmiş.. İşte kuantum düşünce... pozitif düşüncenin pozitif gerçeklik olarak geri dönmesi... Yani iyi şeyler düşün (ya da dile) iyi olsun.

İşte bu sebepten dua önemlidir benim için...  Ve benim dua anlayışım / duaya yüklediğim anlam bundan ibaret... Her birey kendi bakış açısı ve algı düzeyi ile tanımlamakta özgür elbette!

Yeter ki ümidimiz hep var olsun! Evrene yolladığımız mesajlar hep pozitif olsun! Kime ne zarar bundan? Dünyada bunca olumsuzluk, çirkinlik ve bunca negatif bakış açıları varken...  Varsın dualar hep dilimizde olsun!

24 Ekim 2011 Pazartesi

dua

Allah dünyamızı kötülüklerden ve belalardan korusun... İyi melekler buna hep aracı olsun!











23 Ekim 2011 Pazar

Saroz + doğa + temiz hava + böğürtlen + kuşburnu = bu pazarın keyfi

Hafta içinin yoğunluğu, koşuşturmacaları ve sorumluluklarından sonra Pazar günleri benim için beyin boşaltma ve dinlenme gününe dönüşmüş durumda... Hava da geziye uygunsa dışarılarda, en çok da deniz kenarlarında ve kırlarda alıyoruz soluğu... Bugün Saroz- Büyük Bahçeler'deydik yine... Balıkçılardan tazecik mezgitlerimizi aldık... Doğadan da mis gibi temiz havamızı...
Sonra denizi seyredip beynimi boşalttım bir süre...
Her güzel şeye dokunmaya çalıştım. Gerek elimle, gerekse gözlerimle...
Bu güzellikleri fotoğraf makinemin de teğet geçmemesi için bol bol deklanşöre bastım.
Dönüş yolunda doğa ananın en güzel mucizelerinden, çok sevdiğim böğürtlenlere koştum.
Avuç avuç topladım.
Aç gözlülük yapmadım hiç... Olmamış kırmızı böğürtlenlerin dışında, her iki adımda bir olmuş / siyah böğürtlenlerden de dallarda bırakmaya özen gösterdim. Malum kuşların önemli bir besin kaynağı dalında terkedilmiş meyveler...

Kuşburnu da topladım birazcık. 
Tam böğürtlenlerimi ara öğün için yemelik ayırmış ve onları hoş bir anı olsun düşüncesiyle fotoğraflamıştım ki, açtığım tv de acı haberi duydum. Van'da 7.2 lik deprem... enkazlar... can kayıpları... acı... acı... acı...
Üstüne... kızımdan telefon... sınıf arkadaşı hemzemin geçitte hızlı trenin altında kalmış... yok artık!
İçimde bi yerler oyuk oyuk..




22 Ekim 2011 Cumartesi

üzgünüm

"Üzgünüm" sözcüğü ne kadar hafif kalıyor anlatmak için... Salt üzgün olmak fiiline sıkıştırmak  da doğru değil belki... Çünkü tarifi imkansız derin mi derin bir acı... Zaten bu olan biteni TERÖR denilen 5 harfli sözcüğe sıkıştırıp dar bir açıdan bakmak da eksik kalıyor yaşanan çok şey için... Hele ki 32 yıldan bu yana akan kanı bu beş harfli sözcüğe sıkıştırıp bir kenara çekilenleri görüyor olmak daha da acı...

Bugün tüm Gelibolu tek yürektik gencecik fidanlar için... Yürekteki o derin acı hiç dinmiyor ama!
















18 Ekim 2011 Salı

daha çok var ama...

Yılbaşına daha çok var ama şimdiden başladım ben... Konu tığ işi, hele de motif motif birleştirmek olunca en doğrusu bu... yani benim için öyle... :)


Eski izleyicilerimden yukarıdaki battaniye projemi anımsayanlar vardır. Bu projem üçüncü kışına girmiş ve de sonuca hala erdirilememişken, renkleri yılbaşına özel seçilmiş aşağıdaki projeye  taaa şimdiden başlamak gerek... :P  di mi ama? :)

Bu bitsin... -ki zamansızlıktan gıdım gıdım örülse de çabuk bitecek gibi- battaniye projeme de el atacağım... Ancak bi ufacık değişiklikle... Kısa yoldan tüm parçaları birleştirip diz üstü battaniyesi ile sonlandırmakla... :) Yoksa bu kış da kalacak korkarım... Hem işyerimde diz üstü battaniyesi daha çok işime yarayacak...

Bir de fark ettim ki neredeyse 1 aya yakın süredir kitap okumak için hiç zamanım olmamış...  Kitaplığımın "merak edildikleri için toplanıp toplanıp alınanlar" bölümünü bu performansla eritmem münkün değil ama şu dördünü ilk sıraya aldım... Yatmadan önce 15-20 dakika da olsa illa ki ele alınıp harıl harıl okunacaklar.

16 Ekim 2011 Pazar

boş pazar

Her zamanki gibi erkenden açıldı gözler... :) (Sabahları doya doya uyuyabilenlere gıpta ediyorum doğrusu.. :) )
Hava kapalıydı yine...Balkanlardan giren soğuk dalga nedeniyle epeyce bir de soğumuştu da...
Soğuk havalarda en sevdiğim şeylerden biri muhtelif bitki çayları, diğeri ise sıcacık tarhana çorbası içmek. Soğukla gelen bu sevimli çağrışıma kulak verdim hemen... Kettle da su ısıtıp ekinezyalı çayımı hazırladım ve pencereden dışarıyı seyre daldım.
Koyu koyu bulutlar öbek öbek toplanmış, ha yağdı ha yağacak... Bir yudum çay, bin düşünce... bir yudum daha... bin daha... Vakit epeyce bi geçti böyle... :) Evde olmak ve boş durmak gibisi var mıymış? An'ın tadı ancak böyle çıkarılırdı sanırım.... ben de öyle yaptım. :) Artık tadına epeyce bir varmışım ki, kalkıp mutfağa gittim...diğer keyfimi gerçekleştirmek için... :)
Soğuk havaların olmazsa olmaz keyfi, tarhana çorbam yarım saate kalmadan hazırdı...... bi de üzerine beyaz peynir rendesi... Oh! Yeme de yanında yat. :)

Kaşık kaşık sildim süpürdüm. :) Derken eşim kalktı, 
"hadi brunch a gidelim".
 "e hadi gidelim"... :) 
Şemsiyemizi aldık, yürüyüş olsun diye yaya olarak düştük yola... Üşüdükçe aklıma yazın kasıp kavuran sıcaklarını getirdim.  :) hemen ısındım. :)
Şu karga bulduğu salçalı ekmekle sabah kahvaltısını yapıyordu. Kadraja almakta gecikmedim. :)
Sonra çocukluğumuz geldi aklımıza... Eskiden... çoook eskiden biz çocuklar sokakta oyun oynarken annelerimiz ellerimize ya üzerine şeker serpilmiş sana yağlı ekmek dilimleri ya da böyle salçalı ekmek dilimleri verirlerdi. Her çocuk evinden bunları getirip yiyebildiği için de sokakta onları yemek hiç sorun olmazdı. Hatta annesi evde olmayan çocuklar için diğer anneler kendi çocuklarıyla birlikte onlara da hazırlardı. O zamanlar bu durum pek bir olağandı... Oyun oynamaktan efor ve enerji sarfettiğimiz için de öyle bir acıkırdık ki, o ekmekler nasıl da hoşumuza giderdi... nasıl da iştahla yerdik onları... 
Anımsadıkça deşildik... ne komik... ve... ne traji-komik anılar geldi aklımıza... 
Derken brunch için gitmek istediğimiz mekana gelmiştik bile... 
Ah ben!... O bir kase çorbayı içmemiş gibi, genel anlamda zararlı ne varsa doldurdum tabağa... :((( Kızartmalar, hamur işleri.... eşimin serzenişlerini yumuşatmak için de bi parça salatalık...
 "bak işte sağlıklı şeyler de aldım".... 
hahaha! 
Yürüyerek evimize geldik sonra... Ama canımız eve girmek istemedi hiç... Kırlar da çamurdur şimdi...
"Hadi" dedik, "Keşan'a gidelim". Hazır yağmur da düşmeye başlamamışken.... Atladık otomobilimize... :)
Korudağ'ına dek gökyüzü nispeten iyiydi... ancak Korudağı'nın üzerini kara kara bulutlar kaplamıştı. Yağmur buralarda da yoktu henüz...
Keşan'da gidilebilecek en güzel yerlere gittik. :)
Kipa'ya...
Migros'a... 
Ve Mudo'ya... :)
Ah Gelibolu! Şöyle bir kaç alışveriş merkezin, gidilesi, vakit geçirilesi bi yerlerin olsa ne iyi olurdu be!
Neyse... İstanbul'da bi semtten bi semte bundan daha fazla sürede gidiyor insanlar... Ne yapalım... canımız istedikçe gideriz biz de... :)

Dönüşte yağmur başlamıştı artık... Akşam soğuğu da çıkmıştı... Bir saat sonra kürkçü dükkanımızdaydık. Bir boş Pazar daha dolmuştu böylece...
Hafta içi günlerimizin de böyle keyifle geçmesi dileğimle... 
Herkese mutlu bir hafta... sendromsuz bir Pazartesi...:)
Kalın sağlıcakla!